Cumartesi akşam, TRT 1'de yayınlanan bir dizinin son repliği. Dizinin final sahnesi. İnsanın ne olduğunu, kim olduğunu sorgulamaya davet eden bir soru cümlesi? Her şeyi düşünen, hayal eden, araştıran, keşfetme arzusu ile milyon dolarlar harcayarak uzaya uydular, keşif araçları gönderen insanoğlunun modern zamanlarda üzerinde belki de hiç düşünmediği ya da çok az düşündüğü konu...
Balıklar gibi yüzmeyi, kuşlar gibi uçmayı öğrenen, kardeşçe yaşamayı beceremeyen insan oğlunun kim olduğunu sorgulaması gerektiğini vurgulayan bir cümle.
İnsan kavramı, Arapça İNS kökünden türemiştir. Beşer manasında kullanılmaktadır. İnsan kelimesinin aslının "unutmak" manasındaki NSY'den, insîyân kalıbında, "unutan" manasına geldiğini ifade eden filologlar vardır. Allah'a verdiği sözü unutmasından dolayı bu şekilde isimlendirildiğini ifade eder dilbilimciler. İnsan kelimesinin ÜNS kökünden türediğini ifade eden filologlar, "ünsiyet" kavramının anlamı olan: "alışmak, uyum sağlamak, cana yakın olmak, vahşi hayvanın evcilleştirilmesi" gibi manalarda kullanıldığını ifade ederler...
İster "unutan" manasında olsun, ister "alışan, uyum sağlayan, cana yakın olan, toplum halinde yaşayan" manalarına gelsin; "insan" kavramı, insan denen meçhûlü tarif etmek için belki de en doğru kelime. Allah'ın yeryüzünde halife olarak görevlendirdiği insanın hilafet görevi yeryüzünü imar, ıslah ve adaleti sağlamak olarak anlaşılmıştır. İnsan, yeryüzünde yaratılmış olan varlıkların en mükemmeli... Akıl, irade, beyan ve pek çok kabiliyet ile donatılmış, kendisine göz, kulak, dil, muhakeme gücü verilmiş, ilâhi (mutlak) akılla-vahiyle desteklenerek yalnız bırakılmamış bir varlık. İnsan, halifelik görevi ile mükellef tutulduğundan dolayı ağır bir emaneti yüklenmiş, çetin/zor, insanın insanla sınandığı bir imtihana tabii tutulmuş bir varlık.
Fıtratında potansiyel olarak akıl, irade, beyan, muhakeme gücü, icad yeteneği barındırdığı gibi insan; yine fıtratında zaaf olarak: nankörlük, geçici hazlara düşkünlük, tembellik, cimrilik, umutsuzluk, unutkanlık, kibir, gurur, acelecilik, inat, inkar gibi zaafları, negatif yönleri de barındıran bir varlık. İçerisinde yaşamış olduğu çevreyi/dönemi etkileyen ama aynı zamanda çevresinden de etkilenen bir varlık. Bir yönüyle en güzel sûrette yaratılmışken diğer taraftan sefilliğin en dibine düşen, sefâletin en dibini tercih edebilen bir varlık. Kibirlenmesin, böbürlenmesin, gururunun, nefsinin ve şeytanın oyuncağı olmasın, enaniyetini tanrılaştırmasın diye Kur'an'da sık sık çamurdan, atılmış pis bir sudan, bir kan pıhtısından, yaratıldığına atıfta bulunulan bir varlık. Özü itibarıyla değersiz, hilafet misyonunu, kulluk vazifesini yüklendiği için değer kazanan bir varlık.
Zıt kutupların sarkacında gelgitler yaşayan, melek ile şeytan arasında savrulan, dosdoğru yolu, orta yolu bulsun, meleklerden de üstün bir konuma, meleklerin secde ettiği o yüce makama gelsin diye vahiy ile muhatap kılınan bir varlık. Allah'ın muhatap aldığı ama nankörlük yapıp şeytanla muhatap olan bir varlık. Şerefli ve mükerrem olarak yaratılan ancak bu değerinin farkına var(a)mayan; işi gücü bozgunculuk olan her azgın şeytanın ardına düşen, adımlarını takip eden bir varlık. Fıtratında olan aceleciliği, yaşam felsefesi haline getirerek, azabın bir an önce gelmesini isteyen bir varlık. Kavga ve tartışmaya pek düşkün olan bir varlık. En ufak bir sarsıntıda derin bir ümitsizliğe, ye'se, karamsarlığa, kötümserliğe, psikolojik bunalıma düşen bir varlık.
Yeryüzünde kan dökeceği, fesat çıkaracağı önceden bilinen, bundan dolayı meleklerin itirazına maruz kalan ama yine de binlerce yıldır yeryüzünde fesat çıkaran kan döken bir varlık. Göklerin, yerin ve dağların kabul etmediği emaneti yüklenen zalim ve cahil bir varlık. Bilmediğinin peşine düşen, aklını kullanmayan duygu ve hisleri ile hareket eden bir varlık. Hayrı istediği kadar şerri de isteyen, çok aceleci, az bir iyilik gördüğünde sevinen, şımaran, haddi aşan, kendi menfaatini her şeyin ötesinde gören lakin gördüğü iyiliği, rahmeti, kendine verilen nimetleri çabucak unutan, hemen anında nankörlük eden bir varlık. Rabbi kendisini imtihan edip ikramda bulunduğu ve nimet verdiği zaman "Rabbim bana ikram etti" deyip; onu imtihan edip rızkını daralttığında ise "Rabbim beni terketti hor ve hakir gördü, önemsemedi" deyip nankörlüğünü açıkça ortaya koyan ve Rabbine karşı hasım kesilen bir varlık. Dünya malına pek düşkün, hırslı ve bir o kadar da cimri bir varlık.
Kıskançlığa meyilli olarak yaratıldığından dolayı diğer insanlara haset eden, kendisine verilen imtihan sorularıyla yetinmeyip diğer insanların imtihan sorularına göz diken, gasp etmeye çalışan ve fesatlanan bir varlık. Çok çok zayıf olmasına rağmen kendini tanrı zanneden, egosunu/enaniyetini tanrılaştıran bir varlık.
İnsan, her yönüyle meçhul, her yönüyle muamma... Bu meçhûliyet mâlûm olsun, bu muamma ortadan kalksın diye vahyin bilgisi ile muhatap kılınan ama vahye de yüz çeviren, sırt dönen bir varlık. Gerçek bilginin kendini bilmek olduğunun farkına varamayan, Yunus'ça: "İlim ilim bilmektir, İlim kendin bilmektir, Sen kendini bilmezsen, Ya nice okumaktır?" diye uyarılan, kendini bilmeyen velakin uzayı keşfetmek için kuru emekler çeken bir varlık.
Sürekli arayan ama ne aradığını da çoğu kez bilmeyen, çıkmaz sokaklarda hedefe ulaşmayı murâd eden bir varlık?
İnsan nedir, bildin mi dayı? Muhyiddin Abdal, XVI. yüzyılda: "İnsan insan derler idi, insan nedir şimdi bildim. Can can deyu söylerler idi, Ben Can nedir şimdi bildim. Kendisinde buldu bulan, bulmadı taşrada kalan. Canların kalbinde olan, iman nedir şimdi bildim..." demiş. İnsanın kendini bilmesi, kendini bulması, insan olduğunun farkına varması; kendine değer veren, yol gösteren, halife kılan, Rahman ile bir olmasından geçiyor. Yoksa malda yalan, mülkte yalan, var birazda sen oyalan. İki kapılı bir handa gece gündüz giden bir garip yolcu, misafir insan...!