Sadece son 10 yılda Irak, Suriye, Filistin, Yemen, Doğu Türkistan, Myanmar, Patani, Orta Afrika Cumhuriyeti, Libya, Hindistan, Kongo, Sudan, Somali, Eritre gibi ülkelerde resmi rakamlara göre 13 milyon civarında, gayri resmi rakamlara göre ise 20 milyondan fazla Müslüman katledilirken, 40 milyondan fazla Müslüman'da mülteci olarak, doğup büyüdükleri toprakları terk edip, başka ülkelere sığınmak zorunda kaldı. Paris'te, Londra'da, mantar tabancası patladığında bile insan haklarından dem vuran, insanların yaşama hürriyeti olduğu noktasında avazı çıktığı kadar bağıran batılı ülkeler; öldürülenler, katledilenler, soykırıma uğrayanlar ve mülteci konumuna düşürülen Müslümanlar söz konusu olduğu zaman, görmezden, duymazdan geliyorlar ve ağızlarından tek kelime çıkmıyor. Bir anlamda üç maymunu oynuyorlar.
Müslüman coğrafyalardaki zulüm ve ölüm hadiselerine sebep olanlar, Müslümanları katledenler ve onları yerlerinden yurtlarından sürerek mülteci durumuna düşürenler ağırlıklı olarak Hristiyan, Yahudi, Budist, Hinduist olmasına rağmen; ne hikmetse dünya gündeminde sürekli sıcak tutulan ve en ufak bir hadise de temcit pilavı gibi ısıtılarak kamuoyunun gözüne sokulan bir ifade var: İslami terörizm, Terörist Müslümanlar... Bu ikiyüzlülük ve riya durumu, Terörist İsrail'li işgalciler tarafından Filistin topraklarında, Kadir Gecesi'nde başlatılan ve 21 Mayıs'ta sona eren savaşta da yine bir kez daha karşımıza çıktı. Batı medyası ve şımartılmış bazı ülke başkanları, "Yahudilerin kendilerini savunma hakkı var. Yahudilere roketli saldırılar yapılıyor" demek suretiyle yine Müslümanları ve Müslümanların maruz kalmış oldukları zulmü ve katliamı görmezden gelme yoluna gittiler. Halbuki bu son Filistin olayında katliamları yapan, Müslümanların mescidine girip ibadet yapmalarına engel olan, Kadir Gecesi'nde ibadet yapan Müslümanların üzerine ateş açan, Batı Şeria'da ve El Cerrah Mahallesi'nde Müslümanların evlerine zorla el koyan, evlerini yıkan, Yahudilerdi.
Ancak Batı dünyasının problemli zihin yapısı ve Yahudi güdümündeki Batı medyasının algı operasyonları mazlum'u zalim, zalimi mağdur, mazlum ve masum gösterme noktasında yine üzerine düşen görevi fazlasıyla ifa etti. Bu son hadise, bize bir kez daha gösterdi ki; Siyonist Yahudilerin ve Evanjelist Hristiyanların felsefi derinliğini oluşturduğu Batının, uluslararası ilişkilerden ve insan hakları kavramından anladığı, sadece kendi konforunu, çıkarlarını ve sömürerek, gasp ederek, çalarak sağladıkları lüks hayatlarını korumaktan ibaret. Batı Medeniyetine göre, "öteki" olarak tasnif edilen Müslümanların ölmesi karşısında, insan hakları derneklerinden ve uluslararası kuruluşlardan en ufak bir ses çıkmadığı gibi, müşârun ileyh kuruluşlar en ufak bir refleks dahi göstermediler. Kaldı ki; tamamen kurmaca ve düzmece Paris'teki Charlie Hebdo saldırılarından sonra neredeyse tüm dünya siyasileri, Paris'te kol kola girerek yürüyüş yapıp, insan hakları özgürlüğü adı altında İslam'a hakaret özgürlüğünü de savunmuşlardı. Ki; bunların içerisinde müslüman ülke temsilcileri de azımsanmayacak oranda vardı. Bir kurmaca hadise sonrasında bile İnsan hakları ve özgürlükler söylemiyle refleks gösterenlerin aynı duyarlılığı Filistin'de, Doğu Türkistan'da, Myanmar'da, Patani'de Müslümanlar katledilirken, soykırıma uğrarken göstermemeleri tam bir iki yüzlülük, ayrımcılık ve nefret suçudur. Bırakın Batı ülkelerinin siyasilerini, Müslüman ülkelerin Batı güdümündeki ve siyasilerinden de herhangi bir refleks, söylem ve eylem göremiyoruz.
Müslüman ülkelerin/toplumların sistematik bir zulme, katliama ve soykırıma uğramasının temelinde Siyonist Yahudi düşüncesinin ve Evanjelist Hristiyanlık felsefesinin, emperyalist politikalarının var olduğunu bilmemiz ve söylememiz gerekiyor. Öyle ki, Siyonist Yahudi anlayışında, "insan hayatı ve onurunun muhafazası" denildiği zaman bundan sadece Yahudilerin, İsrail oğullarının anlaşıldığını bilmemiz gerekir. Yahudilik, dini ve etnik mensubiyeti esas alıp, kendi mensupları ile diğerleri arasında, özgür birey ile köle arasında fark gözettiği için, bu kuralların gerçek eşitliği ve adaleti temsil ettiği söylenemez. İsrailoğulları'nın, Tanrının özel ve kutsal halkı olduğunu ifade eden muharref Tevrat, Yahudilere sunduğu hakların aynısını Yahudi olmayanlara ve özgür olmayanlara tanımadığı için, insan hakları ile ilgili hükümlerin, özgür Yahudi bireyin hayatını ve onurunu korumayı hedeflediğini söylemek isabetli olacaktır. Bu çifte standart Yahudi Tevrat yazıcıları(rabbiler), tarafından daha da geliştirilerek; Yahudi ırkı dışındaki insanlar için bir nefret söylemine dönüşmüştür. Muharref tevratın Nevi'im ve Ketuvim bölümlerinde mesela: I.Samuel, bab 15, cümle 3'te: "Onların her şeylerini tamamen yok et! Onları esirgeme! Erkekten kadına, çocuktan emzikte olana, öküzden koyuna, deveden eşeğe kadar hepsini öldür." Yine Hezekiel, bab 9, cümle 5 ve 6 da: "İhtiyarı, genci, ere varmamış kızı, çocuklarla kadınları helak için vurun. Gözünüzü esirgemesin ve acımayın!" II. Krallar, 13. bab, cümle 17'de: "Suriyelileri bitirinceye kadar afekte (İki tarafı da keskin savaş baltası) vuracaksın." Hezekiel, bab 39, cümle 18'de: "Kanlarını için! Etlerini yiyin!" Yeremya, bab 16, cümle 4'te: "Acıklı ölümlerle ölecekler, onlar için dövünen olmayacak." gibi diğer insanların katletmeyi teşvik eden nefret suçu örneklerini çoğaltabiliriz.
Yahudi ırkının dışında kalan ve Yahudilere göre: "tanrının kendileri için köle olarak yaratmış olduğu diğer ırklara ait insanların" öldürülmesi gerekmektedir. Ya da onlar için bir zorunluluktur. Diğer İnsanların, Yahudiler ve Siyonist uşakları tarafından katledilmesi ile sinek öldürme arasında herhangi bir fark yoktur. Batı dünyasının zihni alt yapısını oluşturan Hristiyanlık şeriatı da Yahudilik temeli üzerine inşa edildiği için, Müslümanlara bakış bundan pek de farklı değildir. Dolayısıyla insan hakları dediğimiz kriterler, Batı Dünyasının zihninde Müslümanları kapsamamaktadır.
Diğer bir durum Batı medyasında kullanılan dil sorunudur. Özellikle haber medyası metinlerinde Müslümanlarla ilgili kullanılan dil, terminolojinin kötüye kullanılması Müslümanları suçlu ve terör yanlısı imiş gibi bir algıya yol açacak şekilde eğilip bükülebiliyor. Batı medyasında İslam veya Müslüman kavramlarının önüne sıfat olarak "fanatik, köktenci, terörist, radikal, aşırılıkçı, militan" gibi bir sıfatla kullandıkları zaman bir anda işin rengi değişiveriyor. Mesela: "Yahudi yerleşimciler, Müslümanları katletti." cümlesini "Yahudi yerleşimciler terörist Müslümanlara karşı kendisini savundu." şeklinde kullandığınız zaman; zalim mazluma, mazlum zalime dönüşüveriyor.
Dolayısıyla İslam'a karşı Müslümanlara karşı üç maymunu oynayan Siyonist Yahudi ve Evanjelist Hristiyanların güdümündeki batı medyasının ve bu medyanın algı operasyonları ile yönlendirmiş olduğu batı toplumlarının gözünü açabilmek için, güçlü Müslüman medyaya ve gücünü halkından alan güçlü Müslüman devletlere ihtiyaç söz konusu. Yoksa, el elin eşeğini türkü söyleyerek aramaya devam edecektir. Sadece kendi haklarını savunmak için uluslararası kuruluşlar kurup, örgütlenmeler yapıp, kanunlar çıkarıp, finansörlüğünü de yine ezdikleri, sömürdükleri, öldürdükleri, soykırım yaptıkları Müslümanlara yaptırmaya devam edeceklerdir.
Son yüz yıllık tarihi süreci değerlendirdiğimizde hilafetin kaldırılıp Müslümanların başsız bırakılması ve akabinde Müslümanların birliklerinin dağıtılıp, birbirlerine düşman kardeşler halinde, küçük küçük devletçiklere bölünerek, emperyalist batılı güçler tarafından sömürülmesine, mağdur ve mazlum olmasına rağmen, hep suçlanan, günah keçisi ilan edilen, ötekileştirilen ve hakları, özgürlükleri elinden alınan Müslümanlar olmuştur. Bu kısır döngüyü bozmak ve üç maymunu oynayanlara karşı, aşağılık maymunlaşmışların oyunu bozmak, Müslümanların uyanıklığı sayesinde olacaktır. Ancak ne zaman Müslümanlar uyanacak olsa, Batı medyası "danalar girmiş bostana" ninnisini söylemeye devam etmektedir. Uyanın!