İnce Bir Sızıdır Geriye Kalan

Hakan Bahçeci

“Ne çabuk geçti yıllar” dediğiniz vakitler olacak mutlaka. Oysa “Nasıl geçer bu günler” dediğiniz günler birer birer döküldüler takvimlerden. Bir asır gibi gelen o can ağrısı geceler, o beklediğiniz kapılar, çekilen sancılar… Gelmeyen vapurlar, yazılmamış mektuplar… Geçmek bilmeyen saat, doğmak bilmeyen güneş ve sizi sabaha çıkaran o kör olası ağrılar. Gün gelip bakınca maziye “yalanmış meğer dünya” diyeceğimiz o gün, iyiliklerden arta kalan hatalar toplamı olacak elde avuçta.

Sınanmak üzere yaratılmış varlıklar olarak geçici ikametgâhımızda tüketiyoruz zamanı ve zaman ne bizim algıladığımız kadar yavaş, ne fark edemediğimiz kadar hızlı. Eylemlerimiz var sadece konuşulacaksa eğer, zaman geçip giderken. Tüm eylemlerimiz bir sonuca matuf ve bir neticeye atılı… “İyi” olmak üzerine kurguladığımız her eylem “iyi” olarak netice vermiyor ve bunlar beni ben yapan, insan olmamı sağlayacak tecrübeler olarak duruyor karşımda.

Çokça yanılıyor insan, çokça hata yapıyor. Öleceğinin farkında ve bilincinde olan yegâne varlık olarak insan; ömür sermayesini tüketirken hep mutlu olmayı, hep başarılı olmayı, hep güzel olmayı, hep muzaffer olmayı arzu ediyor ve umuyor. Oysa hayat, dört başı mamur bir ömür vermiyor, vermeyecek. Kırılan ümitler, yıkılan hayaller, boşa çıkan emeller kaçınılmaz bir gerçek olarak çıkacak karşımıza.

Filhakika, mutlak ve tümüyle saf ve tam kemalinde bir insan olmamız muhal ve dahi bekleniyor değil. İnsan oluşumuzun farkına varmamız belki de en çok olması gereken. Kendi farkımıza; yaptığımız yanlışlar, tarafımıza yapılan hatalar vesilesi ile varacak oluşumuz da diğer bir gerçek.

Öte yandan bizi biz gibi kabul etmek istemeyen, haddinden fazla yük ve anlam yükleyen, gücümüzün üstünde beklentiye giren çokça insan var. Kaçınmak, rast gelmemek mümkün değil. Nitekim sosyal bir varlık olarak bir toplumun içine doğuyoruz ve onlardan alıyoruz çoğu alışkanlığımızı. Ve kaybederek geçiyor onları birer birer. Çevremizde kim varsa onlar kadar oluyoruz ve onlar biz kadar şekilleniyor. Hakikat üzerine kurduğunuz dostluklar kadar “üf” demekle sönecek bağlar oluyor.

Bir gönül dostu, bir muhabbet ehli, bir yaren, bir arkadaş, bir hasım… İpi kopmuş bir tespihin taneleri gibi dağılıp gittiler, kim varsa yakınınızda birer birer. Kimisi tamamladı dünya sürgününü kimisi gurbet ellere düşürdü yolunu. Kimisi kızdı kahredip gitti, kimisi bulamadı çıkar yol öylece bırakıp terk etti. Gidenlere sormadın kendine sorduğun kadar, kendini parçaladın, kendini sorguladın onlardan çok daha fazla. Oysa ne bir fenalığınız dokunmuştu ne bir kem söz çıkmıştı ağzınızdan. Sizin de bir gönlünüzün olduğunu, bir kalp taşıdığınızı göz ardı ettiler, hatırlamadılar. Nitekim ince bir sızıdır onlardan geriye kalan.

Eyleminin sonucunu ve nereye isabet ettiğini bilecek olan varlık yine insanın kendisi. Hatadan dönmeyi, tövbe ismiyle bir kapının var olduğunu bilen de insan… Buraya kadar ne söylemişsek bizzat insana dair olduğunu kavraması gereken de insan. Ne yapıyor ve ne söylüyorsak ve kalbimizde, niyetimizde bir kötülük, bir fenalık yoksa ümit etmekten vazgeçmek gibi bir seçeneğimiz olmasa gerek.