Yıllarca tarih kitapları ve öğretmeler Abdülhamid Han’ı “Kızıl Sultan” diye tanıtıp; aydınları sürgüne yolladığını, özgür fikirlere engel olduğunu, memleketi hafiyelerle doldurduğunu, sarayında süt banyosu yaparak cariyelerle günü gün ettiğini, her şeyden korkan, evhamlı ve zalim bir padişah olduğunu anlattı bizlere. Özellikle rahmetli Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın dedesi ile ilgili anısı bu konunun daha iyi anlaşılması açısından çok mühimdir. Turgut Özal, “İlkokul son sınıfta okuyorum. O zaman bizi bambaşka yetiştiriyorlar. Dedem bize misafir gelmiş, o da gençliğinde İstanbul’da kalmış Sultan Abdülhamid Han zamanında. Okuduğum tarih ders kitabında “Kızıl Sultan” diyor Sultan Abdülhamid’e. Ben okuyorum dedemde dinliyor. Döndü dedi ki: Bunların hepsi yalan, size yanlış öğretiyorlar. Sultan Abdülhamid zamanı tam anlamıyla altın devirdir. Dede sen mi iyi bileceksin kitap mı daha iyi bilecek? Yurt dışına gittim. Orada bazı kitaplar edindim. Orada bazı konuların yanı sıra bu konuda da araştırmalar yaptım. Yurt içinde ufak tefek, kenarda köşede kırıntı gibi gelen o sırada çok sarih değil, bilgiler var. Baktım ki dedem haklı. Onun üzerine dedim ki, şu tarihi anlatmanın tersliğine bakın. Sultandan sonra iktidara gelen İttihat Terakki ile 1909-1918 koskoca imparatorluk bozuk para gibi harcanmış. Biri “Kızıl Sultan” öbürleri “hürriyet kahramanları”.
Tarihçilerin genellikle üzerinde ittifak ettikleri konulardan biri, en çok tahrif edilmiş, yanlış yorumlanmış, iftira ve karalamalara maruz kalan devletlerin başında Osmanlının geldiği gerçeğidir. Bu tahrif içinde aslan payını da hiç şüphesiz Sultan Abdülhamid almıştır. Abdülhamid, devletin en buhranlı bir zamanında tahta çıkmıştı. Daha saltanatının ilk yılında imparatorluk, özellikle Padişahın karşı çıkmasına rağmen hayalperest ve basiretsiz bürokratlar tarafından tarihimize 93 Harbi diye geçen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’na sürüklenmişti. Tarihimizde yaşanan en acı felaketlerden biri ile sonuçlanmıştı. İşte böyle bir ortam da yani imparatorluğun dağılmak ve yok olmak tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı dönemde tahta çıktı ve dizginleri eline aldı. Basiretli idaresiyle devlete kaybolan itibarını yeniden kazandırmayı başardı. Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak isteyenler, Abdülhamid’i devirmeden amaçlarına ulaşamayacaklarını anlamışlardı. Abdülhamid Han düşmanları devlet içinde makam ve mevki kapma yarışında iken imparatorluk emperyalist devletler tarafından yutulmaya başlamıştı. Padişah; Ermeniler, Siyonistler, Masonlar, İngilizler, Ruslar, Fransızlar ve Balkanlardaki komitecilerle kıyasıya mücadele etmek zorunda kalmıştır. Emperyalistlere karşı verdiği müthiş mücadele Abdülhamid Han’ı yormamıştı. Sultanı yoran devletine sahip çıkması gereken, düşmanlarına karşı ona kol kanat germesi beklenen ve onun açtığı mekteplerde yetişen evlatlarının kalemlerini, kendisine yöneltmesi olmuştur.
Öyle ki İngilizler, kendilerine uşak haline gelen Tanzimat devri bürokratları ve sözde aydınlarını kullanmışlardır. Yerine göre uyutmuşlar ve İslam memleketlerine adım adım hâkim olmuşlardı. Bu duruma dur diyen Osmanlı ruhunu temsil eden son padişah olan Abdülhamid Han olmuştur. Bir zamanlar Fatih’in, Yavuz’un ve Kanuni’nin kılıç gücüyle yaptığını o siyasetle gerçekleştiriyordu. Yıkılmakta olan devleti, düzlüğe çıkardı. Müthiş siyasetiyle dünya devletleri arenasında devletini muteber bir seviyeye taşımıştı. Böyle bir Hakan, tahtından indirilmeliydi. Bunun için çok uğraştılar, çabaladılar başaramadılar. Çareyi içeriden tezgâhladıkları oyunda buldular. Bugün 13 Nisan 1909’un yani 31 Mart Vakasının yıldönümü. Altı asırlık cihan imparatorluğumuzu yıkılışa götüren ayaklanmanın çıkış günü. 31 Mart ayaklanması İslami temayülleri köreltmek için yapılmış bir zalimane tedhiştir. Tarihimize ve zihinlerimize bilinçli olarak irticai bir ayaklanma olarak yerleştirilen bu karanlık yalanı birkaç haftalık yazı dizisiyle aydınlatmaya çalışacağız.
Tarih, kâinatın vicdanıdır(Ömer Hayyam). Tarihi doğru anlamak geleceğe doğru yön vermek olacaktır.