Hz. Peygamber (a.s) Mekke putperestlerine Kur’an’ı tebliğ ederek onları Allah’ın birliğine inanmak, sadece O’na kulluk etmek, bencil duygulardan ve haksız davranışlardan arınarak insanlara iyilik etmek gibi ilkeleri benimseyip yaşamaya davet ediyor; fakat muhataplarının çoğu küstahça ifadelerle bu daveti reddediyorlardı. Nitekim bir gün Hz. Muhammed (a.s) başta Ebû Cehil olmak üzere Kureyş kabilesinden bir topluluğa şöyle seslenmişti:
“Sizi İslam’a gelip de Araplara efendilik etmekten alıkoyan şey nedir?”
Onlar da: “Ey Muhammed (a.s)! “Biz senin söylediğini anlamıyoruz, işitmiyoruz, kalplerimizde kapalılık var” dediler. Hatta Ebu Cehil de tuttu, Resulullah ile kendi arasına bir perde çekip: “Ey Muhammed! Bizi kendisine davet ettiğin şeye karşı bizim kalplerimiz kapalı, kulaklarımız sağırdır. Bizimle senin aranda da bir perde vardır” dedi. Bunun üzerine şu âyet inmişti:
“Dediler ki: "Bizi çağırdığın şeylere karşı kalplerimiz kapalıdır, kulaklarımızda da sağırlık var; bir de seninle bizim aramızda perde bulunmaktadır. Sen yapacağını yap, biz de yapmaktayız!" (Fussulet 41/5).
İslâm itikadında insanların iki şeyden birisini tercih etmelerine “irade/meşiet”, özgür iradelerine bağlı olarak doğru yoldan sapmalarına “dalâlet” ve doğru yolu bulmalarına da “hidayet” denilir. Yukarıdaki ayetlerde öncelikle “inkâra” saplananlardan bahsediliyor. Bunlar, Allah’ı ve hak dini inkâr ederek küfür içinde yaşamayı bir hayat tarzı olarak seçen, gönüllerini imana peşinen bilinçli bir şekilde kapatan, önyargı ile hareket eden ve hak sözü duymaktan imtina eden kimselerdir. Onlar, önyargılı hareket ettikleri için küfürle kararmış gönüllerini peşinen imana kapatmış ve İslam’ın sesini duymak istemeyen zavallı kimselerdir.
Böyle bir şartlanmışlığa dayalı kesin inanç, insanın kendisine yaptığı en büyük zulümdür. İşte bu zulüm hidayetin önünde en büyük bariyerdir: “Allah zalimler zümresini hidayete erdirmez.” (2/Bakara 258; 3/Âl-i İmrân 86). Artık bu saatten sonra Yüce Allah’ı, Hz. Peygamber’i ve onun Allah’tan getirmiş olduğu esasları dilleriyle yalanlayan ve kalpleriyle de reddeden inkârcılar için hiçbir uyarı fayda vermez. İşte: “Küfre saplananlara gelince, onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar.” (2/Bakara 6; 46/Ahkâf 3) âyetinde anlatılan küfür türü, inada dayalı mutlak bir küfürdür. Bunlar, hak din karşısındaki olumsuz düşünce ve tutumlarını gizlemeyen, tercihlerini açıkça inançsızlık ve ret yönünde kullanan, zaman geçtikçe inkârcılıkları ağırlaşan, hakikate kulaklarını, göz ve gönüllerini kapatan kimselerdir. Elbette kulakları, dikkat ve idrakleri ilâhî irşada kapalı olan İslâm’ın yeminli hasımlarına nasihat ve uyarının fayda vermeyeceği, ancak uyarının, hakikate ulaşma çabası içerisinde bulunan ve Allah kelâmını dinleyenler üzerinde etkili olacağı bir gerçektir.