İlmin Zakâtı

İpek Özkayaalp

Her insanın hayatta olma amacı kişiden kişiye farklılık gösterir. Ancak, en göz korkutucu ve masum gözüken işlerde bile temelde yatan amaç, dünyayı daha yaşanılabilir bir hale getirmektir. Bu düşüncenin temeli aynı olsa da yapılan eylemler herkes tarafından aynı şekilde algılanmayabilir; bazıları takdire değer bulunurken, bazıları da beğenilmeyebilir.

“Çünkü [akıllarını kullansalardı bilirlerdi ki] bu dünya hayatı geçici bir zevk ve eğlenceden [boş bir oyalanma ve oyundan] başka bir şey değildir; oysa sonraki hayat [Âhiret yurdu], tek [gerçek] hayattır: keşke bunu bilselerdi!” (Ankebût Sûresi / 64.Âyet)

Asıl meselelerin daha derinde yattığını anlamak neredeyse zorun ötesinde imkânsız gibi gözükse de insanoğlunun dünyayı güzelleştirme amacı, öncelikle kendisini güzelleştirmesi ve kendi iç dünyasını inşa etmesiyle başlar.

Kendini anlamayan bir insanın başkalarını ve yaşadığı hayatı anlaması mümkün olmadığı gibi, kendini güzelleştirmeyen birinin de çevresini ve yaşadığı dünyayı güzelleştirmesi beklenemez.

Peki, güzel insan kimdir?

Bahsettiğimiz güzellik, göreceli olan dış görünüş değil, ahlaki güzelliktir. Ahlakın güzelleşmesi kişinin ilim yoluna ayırdığı vakit ile sağlamlaştırdığında güzel insan olur. Bu minvalde, bir insanın güzel ahlak çerçevesinde bildiklerin paylaşması, anlatması ve öğretmesi, ilminin zekâtıdır.

İlim ve ahlak ikisi ancak bir arada olursa insan kendisini geliştirir ve güzelleştirir. Tabii bunları yaparken dünyevi hırsları ve dünya sevgisini ön planda tutanların yapa bileceği bir iş değil.

“Ben insanım diyen şunu bilmeli ki dünya delisi, Allâh velisi olamaz. Allâh kulu yalnız Allâh için yaşar, Allâh için çalışır. Allâh için ölür! Allâh'ı ten ve can olarak değil, ona can veren olarak görür. Ne mutlu düşünebilene, Müslüman yaşayıp Müslüman ölene.” (Hamdi Yazır)

İnsan önce Allâh'ı, sonra da Allâh'ın kullarına bahşettiği muhteşem ilimleri bilmelidir. Dünya ile fazla meşgul olanlar, dünyayı güzelleştireceklerini zannederler; ancak bu büyük bir yanılgıdan başka bir şey değildir. Dünyayla etkileşimi üst düzey olan insanlar, bilgin dahi olsalar, bu konuda yanılmaktadırlar.

“Sohbeti faydasız insanlarda uzak dur.” (Fârâbî)

Hiç dikkatinizi çekti mi, insanların tek icraâtı konuşmak üzerine kurulu ve ötesi yoktur. Ortada bir mesele veya ciddi bir olay zuhur ettiğinde onlar sadece konuşur; ancak asla somut bir çözüm sunmazlar. Ortada büyük bir laf kalabalığı vardır ve bundan öteye geçemezler. Ancak Allâh’ın ilmi ile kendi öz hallerini anlayanlar buluşlara imza atarlar.

Bunları göz önünde bulundurarak şu soncu görmemiz mümkündür; dünyaya ait her ne söz var ise lafügüzaftır bu sebepten dolayı uzun konuşanı kısa dinlemek, kalabalıktan uzak durmak gerek. “Sohbeti faydasız insanlardan uzak dur.”

Dünyanın devamına sebep Yaradan’ı anmak ilim sahibi güzel insanlarla olmak, verilen ilmin zekâtına talip olmak, yani cesette ruha gıda olan Allâh’ı zikretmek kadar güzel bir şey yok.

“Öyleyse Beni anın ki Ben de sizi anayı; Bana Şükredin ve Beni inkâr etmeyin.” (Bakara Sûresi/152.Âyet)

Zikir, İslâm dininde Allâh'ı hatırlamak, anmak ve zihinde tutmak anlamına gelir. Bu terim, Kur'an'da ve hadislerde sıkça geçer ve çeşitli şekillerde ifade edilir. Zikir, Müslümanların günlük hayatlarında Allâh ile olan manevi bağlarını sürekli canlı tutma ve ibadet bilincini koruma yollarından biridir

Zikir, kendini gafletten kurtarmak demektir. Gaflet ise, Allâh’ı unutmak demektir. Zikir, Allâh'ı hatırlamanın yanı sıra, kalbi nurlandırmak, manevi tatmine ulaşmak, huzur bulmak ve günahlardan arınmak gibi manevi faydalar sağlar.

Allâh'ı anmak üzere yapılan veya söylenen dualar, hamd, sena, ibadet ve övgüler gibi fiilleri ve sözleri kapsar. Zikir, sadece sözlü ifadelerle değil, kalp ile de yapılabilir ve bu, kişinin Allâh ile olan manevi bağını güçlendirmek için önemli bir ibadet şeklidir.

Allah'ı zikretmek, O'nu anmak ve hatırlamak anlamına gelir. Hayatımızda sohbeti faydalı insanlar varsa çok şanslıyız, bu sohbetler bize Allah'ı hatırlatır ve her an O'nunla birlikte olduğumuzu hissettirir. İşte böyle dostlarımıza, "Allah yokluğunu hissettirmesin," diye duâ ederiz. Evet Allâh yokluğunu hissettirmesin…

“Otuz sene vardır ki Hakk Celle ve Âlâ Hazretleri’yle tekellüm ediyorum (konuşuyorum); halk ise kendisiyle söyleştiğimi zannediyor.” (Beyazıd-il Bestami)