Kurşun kalemle yazmıştım ilk köşe yazımı, o zaman İmam Hatip Lisesi altıncı sınıftayım. Duvar gazetesi çıkacakmış, tam olarak ne olduğunu bilmiyorum ama yazmak heyecanı ve arzusu gelip yerleşti içimize. Nasıl yazılacak onu da bilmiyoruz, sorduk hocaya; “duygularınızı, düşüncelerinizi yazın, yeter” dedi Edebiyat Öğretmeni. Zaten seçim yapılacak, olacağından değil ya haydi deneyelim diyerek yarım dosya kağıdına okumanın önemi ile ilgili bir yazı yazıp verdim.
Üç beş gün geçti üzerinden, sınıf başkanı bağırarak geldi “Hakan, Hakan! Gördün mü yazını?” Meğer bizim yazı, okuldaki onca öğrenci arasından seçilmiş, duvar gazetesine çıkmış. Gittik heyecanla panonun asıldığı yere; yeşil çuha üzerine toplu iğnelerle tutturulmuş kağıtlar, üzerlerinde karikatür, şiir, resim ve diğer yazılar… Tüm yazıları daktilo etmişler, benim yazı da en sağda tek sütun halinde yazılmış, sonuna da adım soyadım; Hakan BAHÇECİ… İsmimi öyle daktilo disiplininde görünce bendeki heyecanı hafif de gururlu haliyle tahmin edersiniz.
“Yazı” işi yine aynı lisede kompozisyon dersimize giren öğretmenlerin teşviki, yapılan yarışmalara yazı yazacak adam azlığı ve daha birçok vesile ile hayatın bir parçası haline geliverdi. Sonradan öğrendik ki rahmetli babam da gençliğinde yerel gazetede şiirler yazmış. Ondan miras mıdır bilinmez kalem ve söz hayatımızın bir yanında hep oldu.
Yazmak eylemdir. Bu cümleyi defalarca kurmuşumdur belki de. Evet yazmak güçlü bir eylem, meşakkatli ama sarsıcı, yorucu ama tesirli bir eylem… Yazmak diri ve uyanık tutar, herkesten önce kendinizle dertleşebilmenin en sağlıklı yoludur. Yazarken söylersiniz dile dökemediklerinizi. Açık seçik ya da gizli şifreli mesaj vermek yazı ile daha kolaydır.
Yazmak aynı zamanda riskli bir eylemdir. Evvela yazı sizi tutar, hapseder, yazı kendine bağlar, sizi sabitler. Hele gazete, kitap gibi bir neşriyatta yazmışsanız artık o yazı sizin değil siz o yazının olursunuz. Hal böyle olunca yazmak cesaret ister.
Bu yazma meselesi çokça söze ve tartışmaya mevzu olmuştur, olmaya devam da edecektir. Efendim biz neden açtık bu mevzuyu? Acizane yıllardır kâh köşe yazısı kâh öykü derken kalemle hasbihalimiz devam ediyor, sözün kıymetine ilkten hürmet etmişiz. Bu süreçte yazmayı hiç bırakmadık, bazen bir dergide, bazen gazetede dilimize gönlümüze düşen öyküleri sizlerle paylaştık.
Takip eden dostlar, yazının kıymetini bilen ahbaplar, eş dost “bir kitap çıkarma zamanı gelmedi mi” diye söylenir dururlardı. Biz de haydi köşede yazmak tamam da basılı bir eser bırakmak, kitap yayınlamak bambaşka bir iş, bize düşer mi, o seviyeye geldik mi, daha vakti değil, ya çıkıp da mahcup ederse gibi bahanelerle tehir ederdik. Hani hayalimizde yok değil ama hele şu çağda bir kitap yazarı olmak büyük cesaret ister der dururduk.
Biz bu düşüncede iken yazdığımız iki öykü, Eşik Yayınları tarafından kitaplaştırılmak istendi. İlk kitabımız olacağı için de Kültür Bakanlığının bu konu ile ilgili programına sunuldu. Onay çıkınca ilk kitabımız “Demircinin Çırağı” dizgi, tashih, tasarım gibi aşamalardan geçerek baskıya hazırlanmış oldu. Geçen ay içerisinde baskısı tamamlanan kitabımız çok şükür elimize ulaştı.
Sizin adınızla bir kitabın basılıp raflarda yer alması büyük heyecan ve gurur doğrusu… Hani ilk köşe yazım daktilo edilerek duvar gazetesine asılmıştı ve ismimi o yazının sonunda gördüğüm zamanki ilk heyecan, işte o…
Velhasıl kitabımız çıkmış oldu. Rabbimden bereketini niyaz ediyorum. Kitabın editörü Mehmet Erikli ve onun şahsında Eşik Yayınlarına teşekkür ediyorum
Hassaten fakülte yıllarında tanıştığım Aziz Dostum, değerli arkadaşım Lokman Koyuncuoğlu’na özel olarak müteşekkir olduğumu ifade edeyim. Elbette onunla birlikte Yeni Haber gazetesi ve çalışanlarının da emeklerini ve teşviklerini yad etmeden geçemeyeceğim. Üzerimizde emeği olan tüm dostlara en içten teşekkürlerimi sunarak…