Peyami Safa, 20. Asır Avrupa Ve Biz adlı eserinde Sir Edmund Whitteker’den şöyle bir alıntı yapmış: "Fikirlerin sadece ilmi çemberi içinde kaldığımız müddetçe, dünya bize, düzgün bir mizan içinde ebedi kanunlarla idare edilen bir mekanizma gibi görünür; fakat kâinatın doğumu ve ölümü öyle bir hududa dayanır ki orada bu tasavvurun değeri kalmaz. Onları anlamak için ilmin bilmediği ve dinin tefsir ettiği bazı gerçeklerin veçhelerini nazarı itibara almak gerekir.” Günümüzün genel anlayışına baktığımızda (ki bu alanda eğitimden tutun da kanaat önderleri ve aydın dediğimiz insanların söylem ve eylemleri de dahildir.) Gördüğümüz manzara bize ilmin kutsandığını ve dini kavramların rafa kaldırıldığını gösteriyor. Peki bu bize ne kazandırıyor ya da ne kaybettiriyor? Konforlu şehirler kuruyor, teknolojik atılımlar yapıyoruz. Kazanç hanemize bunları koyabiliriz. Ancak öteki taraftan inanılmaz bir yalnızlık ve cinnetlerle boğuşan bir insanlığın, o konforlu şehirlerde hazin görüntüleri her gün gözümüzün önüne getiriliyor. Her türlü şiddet, tecavüz ve hak hukuk ihlali vaka-i adiyeden sayılıyor.
Konuyu daha iyi anlamak için Peyami Safa’nın aynı eserinden kendi yaptığı bir yoruma da bir bakalım: “İlim ‘sevmek kin beslemekten daha doğrudur’ yahut ‘iyilik zulme tercih edilmelidir’ gibi bir değer hükmü vermez. İlim bütün arzularımızı gerçekleştirmenin vasıtalarını oluşturur. İyi arzuların da kötülerin de. Tabancayı polis de kullanabilir, katil de. Tercih hükümlerini din verir. Yalnız ahlak gibi bu hükümleri vermekle kalmaz, onun imanını da verir; dini ahlakın laik ahlaktan daha temelli ve sağlam olması da bundandır.” Bir kuralın işleyebilmesi için o kuralı koymak yeterli olmaz. O kuralı benimseyecek kişiler ve bir toplum olması gerekir. Bugün insanlığa ülke ülke ve genel olarak baktığımızda sınırsız bir özgürlük içerisinde yaşama isteği görüyoruz. Bu durup dururken oluşan bir şey değil. Batıdan yayılan ve bütün dünyayı esir eden bir hayat tasavvuru insanlığı bugünkü uçurumun ucuna kadar getirdi. Ne demek istediğimizi anlamak için televizyonda haberlere ve benzeri programlara bakmak yeterli olur sanırım.
İnsanlık arzudan oluşan ve bilimselliği bahane ettiği sınırsız özgürlüğün çılgınlığını yaşıyor çağımızda. Birbirlerinin özgürlük alanlarını işgal eden bir labirentin içinde yolunu kaybetmenin çıkmazında patinaj yapıp duruluyor üstelik. Yine Peyami Safa’nın aynı eserinden bir alıntıyla daha devam edelim: “İnsanlar dağların zirvelerini, denizlerin dalgalarını, büyük nehirleri ve engin okyanusu temaşa etmek için seyahat ederler; fakat en büyük mucize olan kendilerini görmeden geçip giderler.” İşte insanı aldatan en önemli hata burada yapılıyor. Yunus’un dediği yere geliyoruz: ilim ilim bilmektir / ilim kendin bilmektir / sen kendin bilmezsen / Ya nice okumaktır
Hayatı anlamlandırmak yerine dünyayı anlamlandırmaya kalkışıldığı için her seferinde düşülüyor bu uçurumdan aşağı. Oysa bilimi kutsamadan kullanarak insanı ve onun hayatla olan hakiki bağına odaklanılabilse her şey daha bir aydınlığa çıkacak. Doğaya baktığımız zaman hiçbir şeyin tesadüf olmadığını görürüz. İnsan hayatı da bir tesadüf değildir. Bu hayat bize lütfedilip verilmiştir. İşte tam da bu yüzden doğmak ve ölmek diye bir şey var. Bütün bunları insan kendinde ve kâinatta açıkça görülebilir. Nasıl ki insanın görünen bir eti kemiği varken bir de görünmeyen ruhu varsa, kâinatın da taşının ve toprağının dışında bir esrarı vardır. İnsandaki bedeni ve kainattaki taşı toprağı bilimsel bir gözle anlamlandırabiliriz; ruhu ve esrarı ise anlamak için ilahi bir açıklamaya muhtacız. Bunu öğrenmek için de dine ihtiyacımız var.
Şimdi günümüz insanına ve özellikle gençlere seslenmek istiyorum. Dünya dönmeye devam edecek, kâinat insanların merakında ve zihninde cazibesini hep koruyacak ve doğumlar ölümler birbiri ardı sıra devam edip gidecek. Bizler, sizler de bu evrelerden geçip gideceğiz ve o mahşerde, o mizanın önüne toplanacağız. İşte o güne götüreceğimiz şeyleri bugünden hazır edelim. Dünya bizden biz dünyadan geçip gidecek.
Yine üstatla bitirelim: “Ebediliğe ait şeyler zaman dışı oldukları için eskimezler. İnsanın mezar önündeki şaşkınlığı devam ettikçe ebedilik özleyişi de sona ermeyecektir.”
Birgün özlediğimiz şeye ölümsüzlüğe kavuşacağız, ama önce öleceğiz.
Sevgiyle kalın.