Bugünkü yazımda İlahiyat ve İslami İlimler Fakülteleri üzerinde hazırlanmaya çalışılan algı operasyonu üzerinde durmak istiyorum. Tevhid-i tedrisat kanunuyla “Yüksek Din Uzmanları” yetiştirmek amacıyla 1924’de İstanbul’da, daha sonra 1949 yılında Ankara’da açılan İlahiyat Fakültesi ile 1959’dan itibaren açılan ve 1982’den itibaren İlahiyat fakültelerine dönüşen Yüksek İslam Enstitüleri, özgün araştırmalar yapmışlar ve çalışmalarıyla din konusunda toplumu aydınlatmışlardır. Aynı zamanda ülkemizde hem örgün eğitim, hem de yaygın eğitim alanında nitelikli eleman ihtiyacını karşılamışlardır. Bugün İlahiyat Fakültelerine ek olarak bir de İslami İlimler Fakülteleri açılmıştır. Her ne kadar isimler farklı ise de müfredatta bir değişim yoktur. Günümüzde İlahiyat ve İslami İlimlerin sayısı 106’ya ulaşmıştır.
Yüksek din eğitimi veren bu kurumluların binalarının çoğu milletimizin öz sermayesiyle yapılmıştır. Hem İmam-Hatip ve hem de normal liselerden öğrenci almaktadırlar. Arapça hazırlık sınıflarıyla birlikte beş yıllık fakültelerdir. Ayrıca bu fakültelerde yerli öğretim elemanlarına ek olarak İslam ülkelerinden yabancı öğretim elemanları da çalışmaktadır. İslami ilimlerin dilinin Arapça olması hasebiyle Arapça’dan geçemeyen öğrenciler normal İlahiyat eğitimine devam edememektedirler. Geçmişe göre günümüzde Arapça ve yabancı dile ağırlık verilmektedir. Ayrıca başarılı öğrenciler yaz aylarında Ürdün, Kuveyt ve Katar gibi ülkelere gönderilerek Arapça eğitimleri artırılmaktadır.
İlahiyat ve İslami İlimler Fakülteleri dini alanda bilgin uzmanlar yetiştirmektedir. Bu fakültelerin mezunları; hem Diyanet İşleri Başkanlığı’nda, hem Milli Eğitim Bakanlığı’nda çalışmakta ayrıca son yıllarda Adalet, Sağlık ve Savunma bakanlıklarında da görev almaktadırlar. Amaç bu milletin çocuklarına sağlam, sahih, doğru bir din anlayışını öğretmek, toplumsal barış ve huzura hizmet etmektir.
İlahiyat ve İslami İlimler Fakültelerindeki eğitim-öğretim sistemini İmam-Hatip liselerindeki eğitim ve öğretim sistemiyle karıştırmamak gerekir. Bu kurumların müfredatı çok farklıdır. Yüksek din eğitimi verilen bu kurumlarda 1400 yıllık dini müktesebat, ilmi ölçüler içerisinde verilmektedir. Bir de bu fakültelerde sadece belli bir mezhebin görüşü değil, kendisini İslam’a nispet eden ya da etmeyen bütün mezheplerin görüşleri mukayeseli bir şekilde okutulmaktadır. Yaşayan dinler, mezhepler ve meşrepler de buna dahildir. Başta Arapça, Kur’an-ı Kerim, Tefsir, Hadis, Kelam, Tasavvuf, Fıkıh, Akaid, Mezhepler Tarihi, İslam Tarihi gibi derslerin yanında; Mukayeseli Dinler Tarihi, Din Felsefesi, Din Psikolojisi, Din Eğitimi, Din Sosyolojisi, Mantık, Felsefe Tarihi, Yabancı Dil, pedagojik formasyon dersleri gibi çok çeşitli dersler okutulmaktadır. Bununla birlikte, İslamî ilimler geleneğini bir bütün olarak tanıyan öğrencilerimize, bugünün güncel inanç ve fıkhi sorunlarına cevap verebilecek farklı yaklaşım modelleri de kazandırılmaktadır.
Öte yandan, nasıl ki toplumsal değişmelere bağlı olarak ihtiyaçlar da değişiyorsa, dini hayatta da güncel sorunlar ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple dini hayatın tıkanan noktalarını açma ve dini hayata nefes aldırmada iki referans kaynağımız olan Kur’an ve Sünnetten kopmadan gelenekten de faydalanarak yeni çözümler üretmek DİB ve yüksek dini eğitim veren kurmaların görevidir. Eğer öğretilen din, bugünün sorunlarına cevap veremezse arkaik kalacaktır. Dolayısıyla gelenek esas, tecdid elzemdir. Böyle bir bakış açısı, İslam düşüncesinin gelişmesi ve seyyaliyeti açısından büyük önem taşımaktadır. Yine nasıl ki her toplumda farklı düşünen insanlar varsa, elbette bu kurumlarda da farklı yaklaşım sergileyen ilim adamlarımız vardır. Herkesin görüşü kendisini bağlar. Beğenmediğiniz birisinin görüşünü alarak bütün bir kurumu mahkum etmek ve karalamak bir insafsızlık ve adaletsizliktir. Eğer İmam-Hatip liselerinin, İlahiyat ve İslami İlimlerin eksikliği varsa ikmal etme cihetine gidilmelidir. Kalkıp da bu müesseseler toptan yokluğa mahkûm edilmemelidir. Bu alanda ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı bir söylem geliştirmek bu müesseselere en büyük kötülüktür. Bir hocanın farklı görüşünden dolayı yüzlerce hocanın ders verdiği bu kurumlar karalanmamalıdır. İlahiyat ve İslami İlimler Fakülteleri İslam âleminin de yüz akı kurumlardır. Öteden beri bazı çevrelerin bu kurumlara karşı kasıtlı hasmane tutum ve davranışlar içerisine girmeleri dikkat çekicidir. Bizim bunlara sözümüz, lütfen bu kurumların itibarını sarsıcı söylem ve eylemlerden uzak durunuz. Eğer sizin itirazlarınız bir takım şaz görüşlerden kaynaklanıyorsa, unutmayın ki, tarihte dini alandaki şaz görüşler ve fetvalar hiçbir zaman sağduyuya bağlı çoğunluk tarafından kabul görmemiştir. Dün böyle olduğu gibi yarın da böyle olacaktır.