Geçtiğimiz hafta, videosuyla sosyal medyaya düşen meşhur tarihselci Prof. Mustafa Öztürk, Allah’a ve Peygamberine iftirası ile günden olmuştu. Kalem suresinin 10-14. Ayetlerini örnek göstererek “Müşrike Kur'an'da öyle küfürler var ki, Allah böyle küfür dili kullanmaz. Bu dil, Peygamberin dilidir. Çünkü o insandır. Allah öfke psikolojisi yaşamaz, insan yaşar” mealindeki ifadeleriyle Kur’an’ın sözlerinin Allah sözü olamayacağı hezeyanını ortaya atarak Allah’a üslûp ve din dili öğretme küstahlığında bulunmuştu.
Kısaca “Eğer peygamber bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, elbette onu kıskıvrak yakalardık, sonra onun can damarını koparırdık. Hiçbiriniz buna mâni olamazdınız.” (69Hakka:44-47),
“Kendilerine ayetlerimiz açıkça okunup anlatılınca bizimle karşılaşacaklarına inanmayanlar, "Bundan başka bir Kur’an getir veya bunu değiştir" dediler. Onlara şöyle de: "Onu kendiliğimden değiştirmeye hak ve yetkim yoktur, ben ancak bana vahyedilene uyuyorum. Eğer rabbime itaatsizlik edersem şüphesiz dehşetli bir günün azabından korkarım.” (10Yunus:15) ayetlerinin “Kur’an, hem lafız, hem de mana olarak Allah’ın kelamıdır” haykırışını yalan sayıp, hem Allah’a hem de Rasûlullah’a iftira etmişti.
Hemen o gün Diyanet İşleri başkanlığı bir bildiri yayınlayarak gerekli cevabı vermişti. Ama Türkiye’de ve dünyadaki bazı olaylarla ilgili “KAMUOYU AÇIKLAMASI” üst başlığı ile bildiri yayınlayan “İlahiyat ve İslami İlimler Fakülteleri Dekanlar Konseyi”nden -aradan on gün geçtiği halde- henüz hiç bir ses çıkmadı. Hâlbuki 15 Temmuz darbe girişiminin 4. Yılı münasebetiyle aynı gün “Milli Birlik ve Demokrasi Günü Mesajı” yayınlayarak “Tarihin her döneminde dünyevi çıkarlar uğruna dinimizi istismara kalkışan akımlar her zaman var olmuştur” diyerek Fetö’ye karşı mücadeleye destek verilmişti.
16.11.2020 tarihinde “Kamuoyu Açıklaması” başlığıyla şöyle denmişti; “Fransa, Avusturya ve Afganistan'da son zamanlarda yaşanan şiddet eylemleri, en temel insan haklarından olan hayat hakkına yönelik toplu saldırıya dönüşüyor. Dünyanın hemen hemen her yerinde yaşanan terörist olaylar, din, dil, ırk farketmeksizin tüm insanlığı kapsayan bir kaos ortamını besliyor. Bu saldırılarda hayatını kaybedenlere hep birlikte üzülüyorsak, saldırıların faillerine karşı da hep birlikte tepki göstermeliyiz… Fransa Cumhurbaşkanı’nın liderliğindeki bazı politikacılar, Müslümanlara ve terörle özdeşleştirdikleri İslam Dünyasına karşı şaşırtıcı suçlamalarda bulunuyorlar. HER ZAMANIN EN DEĞERLİ ADAMI OLAN HZ. MUHAMMED'e hakaret eden çizgi filmler ve Fransız hükümetince bu çizgi filmlerin devlet duvarlarına yansıtılmasıyla, yeni bir 9/11 sendromu yaratması hedefleniyor… Neticede, ORTAK DEĞERLERİMİZE YÖNELİK SALDIRILARA KARŞILIK UYKUMUZDAN UYANIP, tüm insanlığın hak ve hukukunu koruma mücadelesini ayrım gözetmeden haklı taleplerle başlatarak, evrensel bir akıl ve akıl birikiminin yaratılmasına sahip olduğumuzu kanıtlayacağız...”
Evet, bu ifadeler Türkiye’de sayıları 106’ya ulaşan “İlahiyat ve İslami İlimler Fakülteleri Dekanlar Konseyi”nin bildirisinden aldığım can alıcı ifadeler. Özellikle büyük puntolarla ifade edilen kısımlara dikkatinizi çekerim. Mustafa Öztürk’ün Kur’an’la ilgili “Bunlar Peygamber sözüdür” diyerek Allah ve Rasûlüne iftira etmesi “Değerlerimize yönelik saldırı oluyor mu olmuyor mu? Bu yönüyle “İlahiyat ve İslami İlimler Fakülteleri Dekanlar Konseyi”nin UYKUDAN UYANARAK harekete geçip bir bildiri ile kamuoyu önünde bu tür sapmalara karşı olduklarını ifade etmeleri gerekiyor mu, gerekmiyor mu?
Yukarıdaki bildirinin altına her aklıselim sahibi insan gibi ben de imzamı atarım. Buna bizim itirazımız yok. İtirazımız; “Her zamanın en değerli adamı olan Hz. Muhammed'e hakaret eden çizgi filmler”e karşı tepkisini gösteren dekanlarımızın, Kur’an’a ve Efendimize yapılan iftiraya suskun kalmalarına, dut yemiş bülbüle dönmelerinedir. Oysa “Yüksek Din uzmanları” yetiştirmek için kurulan İlahiyatlarımızın ve bunlara eş değer olan İslami İlimler Fakültelerimizin dekanlarına, suskunluğa bürünmek hiç yakışmıyor. Haklı olarak Macron’un Fransa’sında karikatür ve çizgi filmlerle “Her zamanın en değerli adamı olan” Hz. Muhammed'e (sav) yapılan hakarete karşı gösterilen hassasiyet ve tepkiyi, Marmara İlahiyatta Tefsir profesörü olan Mustafa Öztürk’ün hezeyanlarına karşı göstermeyip susmalarını içimize sindiremiyoruz. Yoksa bu adam, dokunulmaz bir tabu mudur? Bir akademisyen arkadaşımla bu işleri konuşurken bana “Türkiye’de bir kişi, profesör olunca tabu haline gelir. O ne derse desin diğer meslektaşları tarafından korumaya alınır. Adeta meslek dayanışmasına girilir. ‘Akademisyendir, fikir üretiyor, bu da bir görüştür, beğenmiyorsan reddedersin’ havasıyla destek çıkılır” dedi. Olay sonrası tv ekranlarından ve sosyal medyadaki yazılarından takip ettiğim Profesörlerden bu sahiplenmeye şahit oldum. “Evet, söyledikleri yanlış, kabul etmeyebilirsiniz, ben etmiyorum. Ama hayatını Kur’an’ı anlamaya vermiş bir akademisyen arkadaşımızı linçe tabi tutuyorlar, bu yapılmamalıdır” diyerek Mustafa Öztürk’ün dediklerinden çok, sinir uçlarına dokunulduğu için uykudan uyanıp tepkisini gösteren duyarlı ama profesör olmayan insanlarımızı hedefe koydular. Yani “Cambaza bak cambaza” taktiği ile dikkatleri başka yöne çekip Mustafa Öztürk’ü masumlaştırarak acındırmaya çalıştılar. Sanki bu adam Velit b. Mugirelerin, As b. Vâillerin, Ebucehillerin dediklerini söylemedi de çok basit bir tevil hatası yaptı.
Ben de buradan, aklıselim sahibi, hakikaten Kur’an ve Sünnet hâdimi, orta yolda giden gerçek profesörlerimizi tenzih ederek diyorum ki profesörler, kutsal, dokunulmaz Hindistan ineği midir? Hindistan’da inekler yoldan geçerken trafik durur. İstedikleri yerden, yer içer ve istedikleri yere istedikleri gibi pislerler. İstedikleri yeri istedikleri gibi boynuzlarlar. Hinduların ilahları olduğu için bu kadar özgürdürler, dokunulmaz, kutsal tabudurlar. Tenzih ettiklerimin dışındaki profesörler de, “İstediğini konuşan, istediği pislikleri, istedikleri yerde ağızlarından çıkaran ve her türlü kutsalı boynuzlayan Hindistan ineği” gibi mi görüyorlar kendilerini?!…
Adalet, bizim meslek grubunun dışında olunca kükremek, bizden olunca sus-pus olmak değildir. Adalet, “Hırsızlık yapan, Benî Mahzun kabilesinin Fatıma’sı değil, kızım Fatıma bile olsa elini keserdim” demek ve yapmaktır.
Efendiler! Rasûlullah (sav); “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır”, “Doğruyu söylemen gerektiği yerde söyle. Bu, senin ne rızkını daraltır, ne de ecelini öne alır” ve “Bir kötülük gördüğünüzde elinizle, buna gücünüz yetmiyorsa dilinizle düzeltin. Buna da gücünüz yetmiyorsa kalbinizle buğz edin, bu da imanın en zayıf noktasıdır” hadislerini kimlere söylüyor? Yoksa ancak avama yakışan “Kalbinizle buğz etmekle yetinip dilinizle karşı durmaya” cesaret mi edemiyorsunuz?
“Uzman din adamı” yetiştirmekle görevli fakültelerin dekanları, kendilerini ikinci derecede ilgilendiren konularda basın bildirisi yayınladıkları halde, birinci derecede kendilerini ilgilendiren konularda susma lüksüne sahip olamazlar. Darağacı kurup Mustafa Öztürk’ü sallandırın demiyoruz. İlgili ayet ve hadisleri dile getirerek “Kur’an, hem lafız hem de mana olarak Allah’a aittir. Aksini söylenin, Rasûlullah’ın zamanında ‘Bu Kur’an Muhammed’in uydurmasıdır’ diyen müşriklerden farkı kalmaz. Bunu bir Tefsir profesörünün söylemesi ise daha vahimdir, daha yıkıcı olur ve İslam’ın sütunlarına büyük saldırıdır. Her meslek grubunda çürük elmalar olabilir, bu zat da bizim meslek grubunun çürük elmasıdır. Kamuoyu bu tür sapmalara karşı uyanık olmalıdır,” türünden bir açıklama beklemek, halkının ezici çoğunluğunun Müslüman olduğu ve onların vergilerinden maaşınızı aldığınız bir ülkede en doğal hakkımız değil mi?
Haydi, sevgili dekanlarımız! Sizi, içi yanan bir Müslüman vatandaş olarak göreve çağırıyorum. Yoksa sükût ikrardan gelir. Susarak destek vermek, topuğunuza kurşun sıkmaktır. Korkmayın bildiri yayınlayınca “rızkınız daralmaz ve eceliniz de öne alınmaz.” Vesselam.