Okumalar yapmadan yazmaya çalışmak, bir anlamda mahcubiyete tâlip olmak demektir.
Şahsım için bir terâzi kuracak olursam, gâliba ben de okuyan ama yeterli okuması olmayan insanlardan biriyim.
Durum bu olunca duamı da eklemem elzemdir:
Rabbim bizi mahcubiyete düşürmesin.
Okumanın, okuyabilmenin kıymeti ortada.
Peki, bu ahval içinde ‘hissiyatı’ nereye koyacağız?
Türkiye’min yaşadığı son yedi yıl içinde gerek okumalarımla gerekse hissiyatımın diline tercüman olma kaygısı ile gazetemde yazılar yazdım, sayfamda paylaşımlar yaptım.
Özellikle 2013, 2014 ve 2015 yıllarında Fetoya ve onun beyni satılmış piç’lerine karşı yazdıklarıma, meseleyi 15 Temmuz’dan sonra anlayan en yakınımdaki dostlar bile o dönemde karşı çıkıyordu.
Bu piçlerin darbe yapma ihtimali bile olduğuna işaret eden yazılarım, hissiyatıma olan saygımı artırdı.
Buna, insanın kendi nefsini okşaması diyebilirsiniz. Kabul etmeliyiz ki, insanın fıtratında böyle bir meyil var.
Geldiğimiz nokta, sadece kitap okumalarının değil, iklimi okuyabilmenin, havayı koklayabilmenin mecburiyetine de işaret eden bir ahvâli gösteriyor.
Şu kış günlerindeki yaz havaları, bize, güzel günlerin tadını çıkarmayı değil kuraklık tehlikesi ile tedbir ve duayı artırmayı tembihliyor ise, çevremizde olup bitenlerin de bize yansıyandan ibaret olmadığını görmek zorunda oluşumuzu, yaşadığımız şu zor günler ortaya koyuyor.
Bu mecburiyetin bir diğer adı, Türk Milletinin, vakitli ferâset sergileyecek samimi evlatlara olan ihtiyacıdır.
Ne olduğunu tam olarak kimsenin bilmediği bir virüs dünyayı kasıp kavururken, sapasağlam bedenleri toprağa düşürürken, gün görmemiş komplo teorileri ağızlarda sakız olmuşken bize düşen vazife, gayreti ve samimiyeti kimseye bırakmamaktır.
Felâket tellalı hiç olmadım, ümitsizliğe de hiç düşmedim. Bilakis, Allah’ın bu Millet üzerinde bir muradının olduğunu ve vakti saati geldiğinde, en zor zamanda yardımcımızın Allah olacağını hep söyleyen insanlardan biri oldum. Bu böyle olmaya devam edecektir.
Amma, can acıtan tespitleri şakşakçıların yapmayacağını da bildiğimi zannediyorum.
Devlet yönetiminde bir yerleri tutmuş olan bürokrat namlı şahısların, şekil şemal kaygısıyla ortaya koydukları müsriflik, maalesef yatırım adı altında pazarlanmaktadır.
Daha kırk yıl yetecek binalarımız varken yeni kamu binası yapmalar, çiçek böcek sevdasıyla alt geçitleri paraya boğmalar, teşrifatçılığın en aymaz uygulamaları hep yatırım kılıfıyla sunulmaktadır.
Böyle yatırımlar düşman başına…
İçinden geçtiğimiz şu zor zamanlarda yapılabilecek tek ve en büyük yatırım, insanımızı anlamaya yönelik çabaları artırmak olmalı, yatırım adı altında sunulan bütün müsriflikler ortadan kaldırılmalıdır.
Bürokrasideki müsrifliğin akıl hocaları, devletin malını harcayarak şahsiyetsizliklerini büyüten Fetonun piç’leridir. Ağzı bozuk bir adam olduğum düşünülmesin. 15 Temmuz’dan önce ‘cemaat’ güzellemesi ile bilerek masumlaştırılan bu piç’lerin uzun söylenişi paralel ihanet çetesidir.
Bir dönem idareci kılığına girmiş bu teröristlerin uygulamalarını bilerek ya da bilmeyerek devam ettiren idarecilerin varlığı, hepimizin mâlumudur.
Bir de şu var ki can yakmaktadır: Ahlaksızlığını kabiliyet olarak sunma meziyetine sahip ne çok yetki sahibi türedi…
İnsanımızla uğraşmak değil, insanımıza ulaşmak zorunda olduğumuzu anlamayan, anlamak istemeyen bürokrat takımının eninde sonunda yapacağı iş, devleti ayağa düşürmektir. Allah muhafaza…
Dün devlet adamına sövenlere, bugün bürokrat adı altında görev ve yetki verilmesi hayra alamet değildir.
Halen görevde olanların, alenen demeye cesaretleri olmadığı için kendi meclislerinde, gün aşırı devlet adamlarını iş bilmezlikle suçlamalarının altında, başka hinlikler olsa gerektir. Hainlik mi demeliydim yoksa?
Bugün devlet adamlarına, kendi meclislerinde ettikleri küfürleri, yarın iktidar değişirse yeni iktidardan nemalanmak için kullanacaklarını bilmemek aptallık olur.
Mızrağın çuvala sığmadığı zamanlar gelir ise, korkuyorum ki yılan gibi bir yerlere sıvışacak olanlar gene bunlar olacak ve kendini kurtaracak; olan, tankın önüne canını koyan kor yürekli insanlara olacaktır.
El etek öpmeye alışkın olan, her devrin adamı(!) olmayı öğrenmiş şahsiyetsiz muhterislerin ellerine verilen yetkiler, devletimize ve milletimize hep pahalıya mal olmuştur. En yakın örneği Fetonun piç’leridir.
Milletin asil evlatlarının sabır kesesini delen, ehliyetsizlere verilen yetkidir. Fetonun piç’leri de aynı yetkilerle donatılmıştı. Ne mi yaptılar…? Kadim bir Milletin kaderini uçurumun kenarına getirdiler.
15 Temmuz gecesi, gözlerim bürokrat adlı şahısları çok aradı ama göremedim. Büyük adamların(!) sokakta ne işi olurdu?
Sonraki geceleri, samimiyetsizlikleri ile kimlerin kirlettiğini, bilmem söylemeye gerek var mıdır?
15 Temmuz şehitleri arasında bürokrat, avukat ve siyasetçi mesleğine mensup kimsenin olmadığını da hiçbir şey ima etmeden yazımıza eklemiş olalım.
Hep söylediğimiz gibi, işleyen kadere boynumuz kıldan incedir amma kaderin gayrete âşık olduğunu öğrendik nicedir.
Bütün bu sözlerimizle; her kişinin yaptığının karşılığını bulması derdinde değiliz; er kişinin emeğinin karşılığını almasıdır, derdimiz.
Ve derdimize konu emeğin ortaya çıkardığı alın terinin tapuya tescilli tek mülkü, Allah Devletimize zeval vermesin, ülküsüdür.
Bu mülk daim olsun, isterse kıyamet kopsun.
Ne gam…