Haberi Bloomberg HT’de okudum. Geçtiğimiz Cuma günü İstanbul Hububat Bakliyat Yağlı Tohumlar ve Mamulleri İhracatçıları Birliği (İHBİR) Başkanı Kazım Taycı bir açıklama yapmış ve “Enflasyonla mücadeleyi elbette anlıyoruz ancak ihracatçının üretimden kopmaması için 'çift kur' uygulaması talep ediyoruz.
Üretici ihracatçı beyannamesini verdikten sonra, bankaya parası da intikal ettikten sonra bunu bozdururken çift kur uygulaması yapılsın. İhracatçının ihtiyacını karşılayabilecek şekilde, Merkez Bankası ile belirli periyotlarla toplantılarla bir kur belirlenerek güncelleme usulüyle bunun üzerinden (ihracat gelirinin) bozdurulmasını talep ediyoruz. Çünkü artık yüzdeler bile geride kalıyor. Yüzde 4 dedik, daha sonra yüzde 10 dedik. Oran 2'de kaldı, hiçbir ihtiyacımızı çözmüyor. Bizim çok acil 40 TL'ye ihtiyacımız var." demiş.
Şu hale bakın? Nitelikli ürün üretmekle değil, TL’nin değer kaybetmesi ile rekabet gücü oluşturmak isteyen bir iş dünyası… Markalaşmaya, Ar-Ge’ye, insan kaynağına hiç yatırım yapmayan ama ucuz üretip, değersiz TL sayesinde pahalı satmak isteyen, bununla rekabet gücü oluşturmak isteyen bir iş dünyası… Böyle bir ticaret, böyle bir üretim, böyle bir ekonomi sürdürülebilir mi? Ülkemizde uygulanan bu üretim sisteminin bir faydası var mı?
İhracatçılar, iktidara TL’nin değerinin daha fazla kaybetmesi ve kendilerinin daha fazla kazanabilmesi için baskı yapıyorlar, bunun için kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlar, algı çalışması yürütüyorlar. Biz de vatandaşız, hani şu parası pul olan, emeğinin de emekliliğinin de bir değeri olmayan, araba alamayan, ev alamayan, sıkıntılarla çalışan halkız. Biz de bu baskıya karşı olduğumuzu belirtiyor, TL'nin değerlenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bizim alım gücümüzün artmasını istiyoruz. Olaya şöyle bakalım, bu ülkede en fazla 150 bin tane ihracat yapan firma var. Bu firmaların yönetim kurulları, ortakları ve bunların aileleri olarak konuya baktığımızda, istediğiniz yönden bakın en fazla 800 bin insan yapar. İhracattan para kazanan insan sayısı 1 milyonu bile bulmaz ama hadi diyelim ki 1 milyon insan ihracattan kazanç sağlıyor. Peki geri kalan 85 milyonu ne yapacağız? "Buralarda istihdam edilen insanlar var" demeyin bana, bu insanların zaten yüzde 99’unun emeğinin hiçbir önemi yok. Şu anda Türkiye’de ihracatçılar, paradan kolay para kazananlar, faizciler kazanıyor, bunun dışında kalan 80 milyon insan ise sıkıntı yaşıyor. Esnaf öyle, emekçi öyle, memur öyle, emekli öyle, çiftçi öyle, parası pul oluyor, çalıştığının da bir önemi olmuyor, sıkıntıyla günü kurtarmaya çalışıyorlar. Böyle ekonomi olabilir mi? Böyle ekonomi sürdürülebilir mi?
İhracat üretim demektir, biz nasıl ihracatın karşısında olabiliriz? Mesele o değil ki, mesele, dengenin kaybolmuş olması… TL dolar kuru 2 lira olsa, rekabet gücü için 3 lira olsun diyebiliriz ama öyle değil, 1 ABD doları 32 Türk lirası ediyor. Dolar bu kadar değerlenince, euro bu kadar değerlenince, doğal olarak da TL değersiz hale geliyor. TL değersiz hale geldiğinde halkın satın alma gücü eriyor, bitiyor.
Bugün Türk Lirası ABD doları karşısında değer kaybı noktasında adeta ülkelerinde savaş olan Rusya ve Ukrayna ile yarışıyor. Düşük kur ile ticaret yapan ülke olarak bildiğimiz Çin’in para birimi bile bizim para birimimize göre çok daha değerli. Onlar savaş yapıyor paraları biraz düşük, peki biz neyin savaşını yapıyoruz ki TL bu kadar düşük? Bu millet niye fakirleşti, emekçimiz, emeklimiz neden yerlerde sürünüyor? 1 ABD Doları 7,23 Çin yuanı yapıyor. Bizim paramız normalde Çin yuanına karşı hep güçlüydü ama bugün 1 yuan 4.43 TL yapıyor. Bizim paramız değersizleşiyor ama Çin yuanı ise kendilerince ticari rekabet sağlayacak bir seviyede duruyor, değişmiyor.
Tamam ülkedeki azınlık bir kesim iyi paralar kazanıyor ama halkın geneli ise bu durum karşısında eziliyor. İhracatçılar "TL daha da değersiz hale gelsin" diyebilir, biz de vatandaş olarak diyoruz ki; hayır bunu kabul edemeyiz, ey Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, ey Maliye Bakanımız Mehmet Şimşek, ey Ticaret Bakanımız Ömer Bolat… Sizler bizi de duymalısınız, bu milletin alım gücünün kalmadığını, gelirinin eridiğini, emeğinin bir değerinin kalmadığını, emeklisinin bir değerinin kalmadığını görmelisiniz. Milletimizin feryadı sizin tarafınızdan görülmeli… Kimsesizlerin kimsesi olmalısınız. İktidar bu milleti anlayamayacaksa, bir azınlık kesim kazansın diye bütün millet kaybedecekse, güçlü devletimiz var, dememizin bir anlamı olur mu?
Kimse kusura bakmasın, bugün dünya üzerinde kaç tane Türk Gıda Markası var? Var mı? Sadece TL’nin değersizleşmesi ile rekabet gücü olmaz. İhracatçı firmalarımız bunu artık anlasın, böyle rekabet olmaz, bu milletin alım gücü ortadan kaldırılarak oluşacak zenginliğin de zaten bir hayrı olmaz. İhracatçı firmalarımız neden markalaşmaya, Ar-GE’ye, teknolojiye, yazılıma, kurumsallaşmaya yatırım yapmıyorlar? Bakın bakalım, Eti, Ülker, Sütaş, Pınar gibi birkaç markalaşmayı başarmış gıda firmasından başka kaç firma markalaşmaya, kurumsallaşmaya, Ar-GE’ye para aktarıyor? Şimdi burada uzun uzun anlatmayacağım ama ihracat verilerine baktığımızda da firmaların büyük bir bölümünün düşük rakamlarla ihracat yaptığını, asıl ihracatta küresel rekabeti başaran firma oranının ise yüzde 5’lerde kaldığını görebilirsiniz. İhracatçı firmalarımız rekabeti markalaşmayla, rekabetçi ürün üreterek sağlasınlar. İnsan kaynağına yatırım yapsınlar, kurumsallaşmaya yatırım yapsınlar, araştırma ve geliştirmeye, üretme ve geliştirmeye kaynak aktarsınlar, teknolojiye yatırım yapsınlar, kolay kazanmayı artık bıraksınlar, ucuz iş üretmeyi artık bıraksınlar, bu sürdürülebilir değil. Zaten AK Partiye oy kaybettiren ana unsurların başında da bu tek taraflı kazanç sistemi var. Böyle zenginlik adil bir zenginlik değil ve olamaz da. Dolar, euro bugün yükselmemeli, dolar euro düşmeli, düşmeli ki, milletin alım gücü artmalı, millet sürünüyor, bu nereye kadar böyle gidebilir? Çok net yazıyorum, biz ihracatçıların tek taraflı kazanç mantıklarına katılmıyoruz, vatandaşı fakirleştirecek, doların yükseltilmesi önerisi, ya da devleti sömürecek iki farklı kur sistemi halkımız tarafından onaylanmıyor. Türkiye’nin şu anda en büyük önceliği enflasyonu düşürmektir, bunu başaramazsa ne yazık ki faizde de diğer alanlarda da Türkiye doğru ve sürdürülebilir bir çizgiye girememiş olacak. İhracatçı firmalarımız Baykar’dan, ASELSAN’dan, bu düzeydeki firmalarımızdan vizyon alsınlar, bu firmaların nasıl rekabet gücü oluşturduklarına baksınlar, markalaşsınlar, insan kaynağına, araştırma ve geliştirmeye yatırım yapsınlar, öyle ihracatımız artsın. Zaten ihracatımızı niteliksiz ürünlerle, TL’nin değersizleşmesi üzerine kurarsanız bundan emin olun, en az 5 yıl 300 Milyar dolar bandını ihracat rakamlarımız aşamayacak. Ama markalaşmayı firmalarımız başarırsa, kurumsallaşmaya yatırım yaparlarsa, araştırma ve geliştirmeye kaynak aktararak nitelikli ürün üretmeye başlarlarsa, insan kaynağına yatırım yaparlarsa işte o zaman küresel rekabet gücünü oluşturacaklar ve Türkiye bırakın 300 Milyar doları, bir anda 500 Milyar dolarları ihracat rakamlarında konuşmaya başlayacak. Bunu çok iyi görmek, buna göre kararlar almak gerekiyor. TL değerlenmeli, milletimizin alım gücü artmalı, emeğin, emeklinin yüzü biraz olsun gülmelidir. Yoksa toplumun çok az bir kesimi kazanacak, milletin içine düştüğü umutsuzluk girdabı büyüdükçe büyüyecek ve bu da en fazla AK Partiye, iktidara, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a zarar verecek.
Son söz, kimse kusura bakmasın, milletin emeğini sömürerek, milleti fakirleştirerek oluşan bir zenginlik zenginlik değildir. Onun adı sömürüdür. Asıl zenginlik paylaşılmış zenginliktir ve bir devlet paylaşılmış zenginliği oluşturamadan halkını mutlu edemez, gelişmiş bir devlet olamaz. Türkiye eğer gelişmiş bir ülke olmak istiyorsa sömürünün değil, paylaşılmış zenginliğin tarafı olmalıdır. İktidarımızdan da beklentimiz budur.