İçimize yolculuk!

Şenol Metin

Geçen yıl kaybettiğimiz Üstad Sezai Karakoç, ölüme koşan insanlığın, mutlak bir sona akan medeniyetimizin henüz ölmemiş olmasının hikmetini ramazana bağlar. Ramazanın bizi tekrar tekrar diriltip, bizi yenilemesine bağlar.

Ramazan, oksijen çadırına giren hasta gibi ruhumuzu yıkayıp medeniyetimizi tazeleyen, yeniden inşa eden müstesna bir aydır.

İnsanın anlam arayışında kendini anlamlandırmak için, kendini tanımak için kendisine sorduğu bazı sorular vardır;

Ben kimim?

Ben neyim?

Yaratılış hikmetim nedir?

Eşref-i mahlukat olmama rağmen niye bu kadar kötülüğe meyyalım?’ gibi soruları kendisine sorar, cevap arar.  Bu yönüyle insan, bu soruları sorabilen yegane varlıktır. Bu sorulara verdiği cevap ile de insan kendisini, kendilik tasavvurunu inşa eder. Kendilik tasavvuru üzerinden varlık tasavvuru inşa edilir, hayata bakışını, ideolojisini, her şeyini tanımlar.

İnsanın kendisine bu soruları sorabilmesi için kendisi ile hemdem olacağı zamana ihtiyacı vardır.  Zamanın durması, kendisine yoğunlaşması gerekir ki içine yolculuğu mümkün olabilsin. İşte Ramazan öyle hususi bir aydır. İnsanın kendisine yoğunlaştığı, kendi varlığına anlam aradığı, kendini tanımladığı, kendisini arındırdığı aydır. Ramazanda insan içine doğru bir yolculuk yapar. Kendini dinler, özüne döner, içindeki iyilik ateşini harlandırmaya çalışır. Bu nedenle Ramazan bizi fabrika ayarlarımıza döndüren bir aydır. Fıtratı hatırlatan aydır.

Aslında tüm ibadetlerimizde ramazandaki haleti ruhiye esastır. Zaman durur, kendimize yoğunlaşırız. Tabi ramazanda bu hali daha yoğun yaşarız, Ramazan içerisinde de son 10 günde bu yoğunluk daha bir teksif edilmiştir. Kadir Gecesi ise bu zamanlar içinde en müstesna zamandır. Herkesin kadiri de, kaderi de kendisine özel olmasının hikmetini burada aramak gerek. Parmak izinde, göz retinasında, hatta ve hatta her bir davranışımızda her birimizi farklı yaratan, özel yaratan Rabbimiz kadirimizi de her birimize özel yaratmıştır, aramasını bilene.

Bu nedenle de Kadir gizlenmiş bir andır.

İnsanın içine olan yolculuğunu yapabilmesi için zamanı durdurması gerektiğini söylemiştik, iç sesine yoğunlaşması gerektiğini söylemiştik. İşte burada da özel bir metot var. Peygamberlerden ve ehli irfandan bize miras kalan metod;

İtikaf…

Hz. Peygamberimizin Mescid-i Nebevi içinde itikaf için yaptığı küçük çadırlardan ilham alan ecdatımız bunu kurumsallaştırmış, ehli irfan da medresesinde, tekkesinde mutlaka kendisine ait bir mekanı itikaf için tahsis etmiştir.

İtikaf, kendi iç sesimize yoğunlaştığımız, kendimizle hemdem olduğumuz, kendimizi tanımaya çalıştığımız bir ibadet türü…

İnsanın kendisini tanıyabilmesi, varlığının tüm sıfatlardan azade olduğu ana dönmesi ile mümkün. Bunun içinde dünya ile olan bağlarını en aza indirmesi lazım. Nefsinin ihtiyaçlarını ötelemesi lazım. Bu nedenle itikafa giren yemeği, içmeyi, hatta konuşmayı en asgari seviyeye indirir ki kendi içimizdeki öz ile tanışabilelim, kendi iç sesimizi duyabilelim.

Buradan da şunu anlıyoruz;

İnsan denen varlık, hazlarından, dünya ile bağlarından ne kadar kendini kurtarabiliyorsa  o kadar insandır. Bu bağları ne kadar güçlü ise insan o kadar insanlıktan, yaradılıştan uzaklaşmaktadır.

Ali Şeriati, insanın 4 zindanında ‘insanın kendisi’ni bu zindanlardan birisi olarak görmesinin hikmeti de bu olsa gerek.

Namaz;

Bütün ibadetlerin içinde olduğu bir ibadet,

Aynı zamanda bütün ibadetleri içinde bulunduran bir ibadet…

Namaz, aslında öyle bir ibadet ki insanın Rabb'i ile baş başa kaldığı, yalnız ve yalnız Rabb’in huzurunda olduğu bilinci içerisinde, bir tarafıyla kulluğun acziyetini idrak ettiren,  bir tarafı ile ‘Allahu Ekber!’ meydan okuyuşunda  yalnız O’na kulluk etmenin şerefini bahşeden bir ibadet.  Başlar secdeye gittiğinde ayaklar altına alındığında bütün dünyaya sırtını dönebilen bir kudret…

Namazda,  kulluk şuurunun zirvesi…

Kendimizi tanımladığımız bütün dünyevi etiketlerden sıyrıldığımız bir hal…

Henüz bir balçık iken meleklerin secde ettirildiğimiz hal bu olsa gerek…

Bu halimiz bizi kendimizle, yaratılıştaki halimizde tanıştıran bir hal…

Bunun için Hz Peygamberimiz kıldığımız namazı son namazımız gibi kılmamızı ister. Tuttuğunuz orucu son orucumuz gibi tutmamız, sınıfa girişimizin son dersimizi işler gibi yapmamız, ailemizde geçirdiğimiz günün son günümüz gibi olması…

Hayatımızı son anlarımız gibi değerlendirebilirsek;

İşte o zaman, o son halimiz Necip Fazıl'ın Çile’si de ifade ettiği gibi ilk ana,  meleklerin secde ettirildiği ilk an’a dönüyor. Ne diyor Sezai Karakoç;

Ey oruç, diriltici rüzgâr, İslam baharı

Es insan ruhuna inip yüce ilham dağından

Kevser içir, âb-ı hayat boşalt kristal bardağından

Susamış ufuklara insan kalbinin ufuklarına