Türkiye bugünlerde uzunca bir süredir akmakta olan kanı durdurmaya, bozulan birlik ve beraberlik noktasındaki toplumsal mutabakatı tahkim etmeye çalışıyor. Çözüm Süreci olarak isimlendirilen bu çalışmalar toplumun farklı kesimlerinden kayda değer bir destek almış durumda. Yetkililer ‘teröristlerle pazarlık’ yapıldığı ithamlarına aldırış etmeden terörü bitirmeye, onların ellerindeki argümanları almaya odaklanmış durumdalar.
Karşı iddiaların toplumsal desteği her geçen gün azalıyor. Oslo Görüşmeleri kamuoyuna sızdırıldığı zaman ortaya çıkan olumsuz hava ve yetkililerin olayla aralarına koymaya çalıştıkları mesafe yerini bugün ‘müzakere ve tartışma’ dönemine bırakmış durumda. Karşıt olanların çoğu görüşmelere laf etmemekle birlikte, yapılış şekline itiraz ettiklerini ifade ediyorlar. Toplum meselenin bitirilmesi gerektiğini kabullenmiş vaziyette.
Çözüm Süreci birlikte yaşama kararlılığının devamı için zorunlu. Bundan dolayı eleştirilerin dozu düşüyor. Peygamber efendimizin (SAV) sevgili Amcası Hz. Hamza’yı şehit eden ama daha sonra İslamiyet’i kabul eden Vahşi’yi, ‘gözüne görünmemesi’ yolundaki uyarısıyla, ‘kabullenmesi’ bize ne yapmamız gerektiği konusunda yol gösterici bir örnek.
Başka ne yapabilirsiniz ki? Siz onlar gibi davranamazsınız. Ayrıca, terörü sıfırlamanız da mümkün değil. Hiçbir ülke yapamaz bunu. Mecalini kesebilir, halsiz bırakabilirsiniz ama ‘bitirmek’ neredeyse imkânsız. Öyleyse, arkasındaki popüler desteği azaltarak terörü marjinal hale getirebilirsiniz.
Çözüm Süreci belli bir mecraya girmişe benziyor. 2013 yılında, Diyarbakır Meydanında okunan Nevruz Mektubu’ndan sonra terör ve örgütü psikolojik desteğini kaybetti. O saatten sonra ne yapsalar beyhude. Şöyle veya böyle terörün biteceğini öngörmek için elimizde yeterli delil var.
Fakat son dönemlerde terörden nimetlendikleri için bitmesini istemeyen belli kesimlerin mevcudiyetini görüyoruz. Terör onlara maddi, manevi katkı sağlıyor. Ayrıca, ‘dağdan inince’ ne yapacağını bilemeyen elebaşları da kışkırtıyor. Kan ve gözyaşı üzerinden menfaat devşirme kaygısıyla sokaklar ateşe veriliyor, kıvılcıma benzin dökülmeye çalışılıyor. Bunun için en ufak bir bahane ‘kaşınıyor’.
Kobani saldırıları bahane edilerek ülkenin dört bir yanında başlatılan 6 -7 Ekim olaylarını bu kategoride değerlendirmek lazım. En küçük ‘imkânı’ sonuna kadar değerlendiriyorlar. Sokağa dökülenlerin çoğu çoluk – çocuk, yaşlı ve kadın. Belki çoğunun sabıka kaydı da yok. Güvenlik güçleri yürürlükteki yasalarla müdahale ederken zorlanıyor. Yüzleri maskeli gençler molotofkokteyli veya taş, kaya cinsinden şeyler atıyorlar. Yasalar bu hareketleri yeterince ciddiye almıyor.
İç güvenlik mevzuatını yeniden düzenleme konusunda başkaca sebepler de yok değil. Hükümet bu konuda bir adım attı; Kanun Tasarısını TBMM’ye sevk etti. Komisyon görüşmeleri tamamlandı. Haftaya Genel Kurul süreci de tamamlanacak. Kılıçdaroğlu’nun ‘tehditkâr’ ve ‘sorumsuz’ açıklamaları, Bahçeli’nin ‘eleştirileri’, Demirtaş’ın ‘kışkırtıcı’ beyanları Genel Kurul sürecinin sakin geçmeyeceğini gösteriyor.
Yani muhalefet topyekûn karşı. Paket üzerinden hükümeti terbiye etmeye, seçim dönemini iktidara ‘dar etmeye’ çalışacaklar. ‘Paralelin gazı’ da cabası. Onlar da bir taraftan ‘ne oluyor bu teröristlere’ derken, diğer taraftan ‘iktidar diktatörleşiyor, hak ve özgürlükleri çiğniyor’ deme aymazlığını göstermekte bir beis görmüyorlar. Varsın görmesinler. Varsın karşı çıksınlar. Türkiye ‘realitesi’ bu kararların alınmasını gerektiriyor.
Oysa haklarında sitayişle bahsedilen Batılı ülkelerin tamamına yakınında benzer düzenlemeler mevcut. Birileri diğer kişilere ya da güvenlik kuvvetlerine karşı hayati tehlike arz edebilecek bir tutum ya da davranış içine girerse en sert şekilde ‘karşılığını’ görür. O ‘insancıl’, ‘hoşgörülü’, ‘rahat’ sistemlerin yerini tam zıddı bir yaklaşım alır. Hoşgörü, hümanizm kaybolur, yerini en güçlü ve ağır bir şekilde mukabele eden bir devlet alır.
Teröre ‘anlayacağı’ dille muamele etmeniz lazım. Masum insanları ve toplumu rahatsız edecek teröristlere misliyle karşılık verilmelidir. Mesele sadece sınırlı sayıda kişinin rahatsız edilmesi değil, bütün bir Çözüm Süreci’nin heba edilme ihtimalidir. Otuz yıllık kan ve gözyaşı yerini tam da sükûnete bırakırken ve şehit cenazelerinin gelmesi kesilmişken taşla, sopayla veya molotofla toplumsal huzuru bozmanın, insanları rahatsız etmenin karşılığı çok ağır olmalıdır.
Peki, ne getiriyor bu Paket? Getirilenler şu şekilde sıralanabilir: Molotofkokteyli saldırı aracı sayılacak; maskeli eylemcilere ceza gelecek; gösteriye silahla katılanlara verilen cezalar artırılacak; polisin şahıs ve araç arama yetkisi genişletilecek; polisin gözaltı süresi vali yardımcısı ve üs amirin denetiminde 24 saat olacak ve bu süre savcı kararıyla 48 saate uzatılabilecek; eylemlerde verilen zararları eylemci ödeyecek; sanal ortamda nefret ve teröre çağrı artık suç sayılacak; polis yetkilerinin denetimi için Kolluk Gözetim Komisyonu kurulacak; il ve ilçe jandarma komutanları İçişleri Bakanı tarafından atanacak; istihbari dinlemeleri denetlemek için Meclis’te bir komisyon kurulacak; pasaport ve ehliyet gibi belgeler nüfus müdürlükleri tarafından verilecek.
Görüldüğü gibi düzenlemelerin çoğu demokratikleşme yönünde. Gözaltı süreleriyle ilgili eleştiriler yöneltilebilir ama bir ihtiyaçtan kaynaklandığı ortada. Geçtiğimiz günlerde gözaltı sürelerini sabote etmek suretiyle ifadeleri bile alınamadan serbest bırakılan emniyetçileri hepimiz hatırlıyoruz.
Türkiye’nin demokratikleşmesi ve hak ve özgürlükler sisteminin kurulabilmesi için kısıtlamalar makul karşılanabilir.
Yeter ki terör bitsin, gözyaşı dinsin.
Topluma kast edenlere en ağır cezaları vermenin yolu açılsın.
Bizce mahsuru yok.