İbadetlerin Zahir ve Batın Anlamları: Hac

Necmettin Erbakan Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu İlahiyat Fakültesi Öğrencisi Fatma Sena Karakoç, ' İbadetlerin Zahir ve Batın Anlamları: Hac' başlıklı makale kaleme aldı...İşte Karakoç'un makalesi...

ÖZET

Yaratıcımıza karşı saygımızı belirtmek için, dinimizin buyruklarını yerine getirmek için ibadet ederiz. İbadetler şeklî bir takım kurallardan oluşurlar. İbadetlerdeki şeklî kurallara uyan kimse, fıkhî anlamda sorumluluktan kurtulabilir. Ama ibadetler sadece şekilden meydana gelmezler. İbadetlerin zahir anlamları olduğu gibi batın anlamları da vardır. Kişiler, ibadetlerdeki sırlara da vakıf olmak isterlerse, ibadetlerin batınî şartlarını da yerine getirmek zorundadırlar. Bu makalede de ibadetlerden hac ibadetini ele alıp, gerek fıkıhta ve ilmihal kitaplarında gerekse de tasavvuf ilminde zahir ve batın anlamını ele alacağım.

GİRİŞ

İbadetlerin zahir ve batın anlamları vardır. Zahir kelimesi,“Ortaya çıkmak, görünmek”anlamına gelen Arapça “zahara” kelimesinden türetilmiş ve “dışa ait, görünen, ortaya çıkan anlamlarına gelen bu kelime, her şeyden önce Allah’ın Esmâ-i Hüsnâ’sından birisidir. Bâtın kelimesi de Arapça “batana” kelimesinden türetilmiştir. “İç, öz, gizli olan” anlamlarına gelir ve o da her şeyden önce Allah’ın isimlerindendir.[1] Hayatın her alanının, her şeyin zahir ve batın anlamı vardır. Bu durum ibadetlerimizde de ortaya çıkar. İbadet genel olarak, insanın Allah’a saygı, sevgi ve itaatini göstermek, onun hoşnutluğunu kazanmak için ortaya koyduğu tutum ve davranışlardır. Bir bireyin ibadet yapabilmesi için bilinçli, aklı yerinde ve şuurlu olması gerekir. Kişi akıl sahibi değilse ibadetle mükellef değildir.Allah’a karşı sorumluluğunu her zaman hisseden insan ibadette devamlı olabilir. Bu da şuur sahibi olmakla mümkündür. İbadet, şuurla yapıldığında, insanın bedenî ve maddî yönünü etki altına alır ve hayatının tümünü kuşatır. Kişi eğer şuur sahibi değilse de ibadetinin bir manası kalmaz hatta bazı durumlarda günaha bile düşebilir.

Mutasavvıflar ibadet ve taatın önemini kabul etmekle birlikte özden ve ruhtan yoksun, şekil ve merasimden ibaret olan ibadetlerin insanı hedefe ulaştıramayacağını vurgularlar. Onlara göre ibadet, gönüllerde yaşandığı, kişinin ruhunda yer ettiği, manevi hayatında etkili olduğu ve onda iz bıraktığı zaman, amacına ulaşır.[2] İbadetleri sadece şekillerinden ibaret sanarak onların iç manalarını es geçerek maalesef ki ibadetin asıl özünü anlayamamış, asıl amaca ulaşamamış oluruz. Bu makalemde bütün ibadetleri ele almak çok uzun olacağından dolayı sadece hac ibadetinin hem zahiri hem batını anlamlarını dini ilimlerin nasıl ortaya koyduğunu ele almaya çalışacağım.

İslam Hukukunda Hac

Arapça ’da, ziyaret etmek, yönelmek manalarına gelen hac, Allah’a doğru yönelme hareketi ve benliğe egemen olma çabası anlamlarını da içerir. Hac, dini bir terim olarak ise, belli bir zenginlik düzeyine ulaşmış Müslümanın, bazı kurallara uymak suretiyle, zilhicce ayında Kâbe’yi ziyaret etmesidir. Hac, hicretin 9. yılında nazil olan, “Gitmeye gücü yetenlerin Kâbe’yi ziyaret etmesi, (haccetmesi), Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır”[3]ayet-i kerimesi ile farz kılınmıştır.Hz. Peygamber de haccın İslâm’ın beş şartından birini teşkil ettiğini haber vermektedir.[4].Haccın bedenî ve malî yönü olduğu için, hem namazve oruç gibi, bedenle; hem de zekât gibi, malla yapılan ibadetlerdeki hikmet ve faydaların hepsi onda toplanmıştır. Bu nedenle o, ibadetler arasında belki de en sembolik olma özelliğine sahiptir.[5]

İlmihal kitaplarında Hac ibadetinin tanımıyla başlanıp nevileri, hükümleri, Kabe-i Muazzam’a, tavafın mahiyeti ve nevileri, farz olmasının şartları, yapılmasını gerektiren şartları, sıhhat şartlarını daha sonra mikat ile bilgileri, haccın farziyetinin sebebini ve edasının fevrî olup olmadığı, haccın farziyetindeki şer’î hikmetleri, haccın vaciblerini, haccın sünnetlerini, haccın edeplerini ve bunlarının nasıl uygulanacağını en ince ayrıntısına kadar anlatır. Sadece bunlarla da sınırlı değil umrenin, temettü haccının, kıran haccının yapılış şeklini, hedy’in mahiyeti ve hükümlerini, hac ve umre ile ilgili yasakları ve çeşitli meseleleri anlatır.

Akıl sahibi, buluğa ermiş, Müslüman olan ve hac görevini vacibleri, sünnetleri ve edepleri ile yapacak olan kimse önce helal ve temiz bir para elde eder. Borcunu ve kazalarını mümkün olduğunca öder günahlarından tevbe eder ve yola çıkar. Mikat yerlerinden birine varınca abdest alır. İhram için hazırlanır ve ihrama niyet eder. İhramın içindeyken onun yasaklarına uyar. Arafat da vakfeye durur ve ziyaret tavafı ile olur.Hac ibadetinin nasıl yapıldığı kuralları yasakları hepsi anlatılırken bunların iç yüzüne çok girilmez ibadetin zahir anlamı ön plandadır.

Tasavvuf İlminde Hac

Tasavvuf ilminde hac konusu ele alınırken haccın farz kılınmasının delili ayetlerle ve hadislerle konuya başlanır. Haccın nasıl yapıldığına anlatırken bunların batın anlamları, bu şekilleri, yaparken aslında hangi amaçlar için yapıldığı da anlatılır.Haccı, insanın "Allah'a" ricatinin göstergesi olduğunu söylerler[6].

Tasavvufi anlayışta hac iki çeşittir. İlki gaybetteki hac, diğeri huzurdaki hacdır. Gaybette Mekke’de bulunan, kendi evinde bulunan gibidir. Çünkü gaybet ve gafletteki haccın olması ile olmaması müsavidir. Zira bir gaybet ve gaflet hali öbür gaybetten ve gaflet halinden daha iyi değildir. İkiside aynı derecede iyidir. Evinde huzur halinde bulunan ve kendini Hakk’ın huzurunda hisseden, Mekke’de hazır olan ve fiilen hac yapan gibidir. Zira bu huzur hali öbür huzur halinden daha iyi değildir. İkiside aynı derecede iyidir. İmdi, hac, müşahedenin illeti değil, bilakis sebebi ve vesilesidir. Sebebin, manalar üzerindeki tesiri pek fazla değildir. İmdi hac yapmaktan maksat Hane’yi ve Kabe’yi görmek değildir. Maksat müşahedenin keşfi ve tecellilerin temaşa edilmesidir.[7] Hücvirî, kendi eserinde aslında çok güzel anlatırken buradan yanlış bir mana çıkarılmamalıdır. Buradaki kasıt Kabe’ye gitmeden de hac yapılır kastı değil, hac ibadeti yapılırken şuurlu, bilinçli gerçek amaçtan uzaklaşmadan ibadetin yapılması gerektiğidir.

Tasavvufî anlayışa göre, gaflet içinde yapılan hac, olmamış gibidir. Evinde huzur içinde bulunan ve kendini Halikın huzurunda hisseden kimse, Mekke’de fiilen hac yapan kişi gibidir. Tasavvufî anlayışta hac yolculuğuna çıkmak, ahiret yolculuğuna çıkmak gibi tefekkür edilir. Bu yolculukta kul, Allah’ın insanları kudreti ile nasıl evirip çevirdiğine şahit olur. Allah’ın, dünyada olduğu gibi ahirette de tüm insanları haşir meydanına sevk etmeye kâdir olduğunu düşünür. Bu anlayışa göre, hac yolculuğunda bu düşünceyi taşımayan veya bu seferle alakasını kesen kimsenin, ahiret seferi ile olan alakaları da kesilir. Bu nedenle hac yolculuğuna, ahiret yolculuğuna faydası olacak şeyler kastıyla çıkılmalıdır.[8] Zira ahiret yolculuğu, eninde sonunda yapılacak bir yolculuktur. Binaenaleyh, hac seferine hazırlanırken, ahiret yolculuğunu unutmamak gerekir.[9]

Hücvirî’nin, Keşfu’l-Mahcûb’un da haccın sembolik fiillerinin, rükünlerinin tamamının iç yani batınanlamından ve edeplerini anlatan bir anekdot anlatılır.Adamın biri Cüneyd’e (r.a.)geldi. Cüneyd ona dedi ki:

- Nereden geliyorsun?

- Hacda idim, oradan geliyorum.

- Hac yaptın mı?

- Evet.

-Evinden çıkıp çöllerde yol almaya ve memleketinden sefer yapmaya başladığın andan itibaren bütün günahlarından göç edip ayrıldın mı?

- Hayır.

- O halde sen rıhlet (yolculuk) yapmadın. Cüneyd, sözüne devam eder: Evinden çıkıp, her gece bir menzilde konaklarken, bu makam ve menzillerde, Hakk yolunun makamlarından bir makam kat ettin mi?

- Hayır.

- Şu halde menzil ve mesafe almış değilsin. Mîkatta, ihrama girdiğin vakit, elbisenden soyunup çıktığın gibi, beşerî sıfatlarından da ayrıldın mı?

- Hayır.

- O halde ihrama girmemişsin. Arafat’ta vakfeye durduğun an, müşahedenin keşfinde ve tecellilerin temaşasında vakf (irfan veya marifet) peyda oldu mu?

- Hayır.

- O zaman Arafat’ta vakfeye durmuş sayılmazsın. Müzdelife’de muradın hâsıl olunca, bütün nefsanî murat ve arzularını tek ettin mi?

- Hayır.

- O halde Müzdelife’de vakfe yapmamışsın. Kâbe’de tavaf ederken, Hazreti Cemâl-i Hakk’ın latifelerindeki tenzih mahallinde sırrın hanesini gördün mü?

- Hayır.

- O halde Kâbe’yi tavaf etmemişsin. Merve ile Safa arasında sa’y yaparken, safa makamını ve mürüvvet derecesini elde ettin mi?

- Hayır.

- Henüz sa’y yapmış değilsin. Mina’ya girdiğin zaman, arzuların düştü mü?

- Hayır.

- Şu halde Mina’ya gitmiş değilsin Kurban kesme mahallinde kurban kestiğinde, nefsinin arzularını da kurban ettin mi?

- Hayır.

- Sen kurban kesmiş de sayılmazsın. Peki, cemrelere taş attığın vakit seninle birlikte bulunan bütün nefsanî mana ve düşünceleri fırlatıp attın mı?

- Hayır.

- Şu halde cemre taşlarını da henüz atmış ve hac yapmış değilsin. Geri dön ve tavsif edildiği gibi hac yap. Zira makam-ı İbrahim’e ancak bu şekilde erişebilirsin.[10]

Hac yapmaya niyetlenen kimse günahlardan, kötü özelliklerinden vazgeçmezse tevbe edip temizlenmezse gerçek manada hac ibadetini yerine getirmiş olmaz. Bu şekilde yapılan hac, şekil olarak gerçekleşmiş ve kabul edilmiş olabilir. Ancak Allah, insanın amelinden çok onları hangi niyetle işlediğine önem verir. Bu nedenle Kâbe ve hac, önemli olmakla birlikte, esas amaç onları, vasıta kılarak, insan-ı kâmil olmaktır. Aksi takdirde hac, kendisinden bekleneni vermez.

İhramın İç Anlamı

İhram,haccın şartıdır.Mîkat sınırlarına girdiği andan itibaren, normalde helal olan bazı fiillerin, belirli bir süre için haram kılınmasıdır. Bu süreçte giydiği dikişsiz kıyafetin adı da ihramdır. İhramın iki rüknünden birisi, niyettir. İhramda ikinci rüknü ise telbiyedir. Telbiye: “Lebbeyk Allâhümme lebbeyk, lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk, inne’l-hamde ve’n-ni‘mete leke ve’l-mülk, lâ şerîke lek (Buyur Allah’ım, buyur! Buyur, senin şerîkin yok, buyur! Hamd ve ni‘met senindr; mülk, yalnızca sana aittir; senin şerîkin yoktur)”[11] cümlesini söylemektir. Tasavvuf düşüncesinde telbiye söylemek Hakk’ın davetine icabet ettikten ve O’nun mülkünde, O’ndan başka ortağı olmadığını ikrar ettikten sonra, bir daha nefsin, şeytanın ve hevanın çağrılarına icabet etmemek anlamına gelir.[12]İhram, niyet ve telbiyeye önem verilirse asıl manaya ulaşılır. Bu süreçte giyinilen beyaz ihram da, kefenin simgesidir.İhram, dünyadan yüz çevirmek, nefse hoş gelen şeylerden uzaklaşmak manalarına gelir.

Harem sınırları içerisinde normal zamanda helal olan avlanma ihramlıyken yasak hale geliyor. İhramlıyken dünyalık her şeyden kendini soyutlama aslında helal olan şeylerden bile el etek çekme var. Harem bölgesini, harem’e, harem denilmesinin nedenini,ss Hücviri, Keşfu’l-Mahcûb’unda şu şekilde anlatıyor: “ İbrahim makamının orada bulunması, oranın emn ve güven yeri olmasıdır. İbrahim’in (a.s.) iki makamı vardır: biri beden öbürü kalp makamıdır. Hz İbrahim’in bedeninin makamı (yani ikamet ettiği yer) Mekke’dir. Kalbinin makamı ise hullet, yani dostluktur. Hz. İbrahim’in bedeninin makamına gitmeyi kasteden herkesin, gerçekten ihrama girmiş olmak için tüm şehvet, lezzet ve arzulardan yüz çevirmesi, kefen giymesi (yani kefenin sembolü olan ihrama bürünmesi) avlanması helal olan şeyleri avlamaktan el çekmesi, bütün duyu organlarını bağlaması, Arafat’ta hazır olması, buradan Müzdelife’ye oradan da Mescid-i Haram’a gelmesi, cemreleri eline alması, Mekke’de Kabe’yi tavaf etmesi, Mina’ya gitmesi ve burada üç gün kalması, şartlarına uygun olarak taşları atması, burada saçlarını salıvermesi, kurban kesmesi ve elbisesini giymesi lazımdır. Ta ki, hacı olsun.

Aynı şekilde Hz. İbrahim’in kalbinin makamına kasteden herkesin nefse hoş gelen alışkanlıklardan yüz çevirmesi, zevk, keyf ve rahatını terketmeye kâil ve kâni olması ve ağyarın zikrinden ihrama girmesi lazımdır. Buradan, kâinata ve masivaya bakmak tehlikeli ve mahzurlu olur. İşte o vakit sâlik “mârifet arafatı”nda kâim olur. Buradan “ülfet müzdelifesi”ne gitmeye azmeder. Oradan sırrını, Hakk’ı tenzih haramına ve makamına göndermesi, heva cemrelerini ve fasid fikirleri “eman minası”na atması ve kurban etmek üzere nefsini “mücahede mezbası”na sevketmesi lazımdır. Bu suretle hullet makamına ulaşır.[13]

Vakfenin İç Anlamı

Vakfe, terim olarak, hacca giden kişilerin, haccın bir rüknü olarak, kurban bayramı arifesinde, Arafat’ta bir süre de olsa bulunmasıdır.Arafat’ta vakfe yapmak; sûfîlerce, haccın önemli bir rüknü olmasının yanında, bu büyük tarihî olayı hatırlatması açısından da derunî bazı manaların sembolü olarak kabul edilmiştir. Arafat, vakfe yapmak için oraya gelen kimseye, kendisinin Hakk’a tanıtılacağı haşir ve neşri ve kabirden kalkışı hatırlatır. Bu nedenle kul için en güzel davranış, Arafat’ta vakfeye durduğunda, Efendisinin huzurunda durur gibi durması, vakfeden sonra da O’na arkasını dönmemesidir. Bunu başaran kimse için, Arafat’taki vakfe, müşahedenin keşfinde ve tecellilerin temaşasında, irfan ve marifete vesile olur.[14] Ayrıca arafat’ta birçok kişinin hep beraber vakfe yapması bir mahşer yeri canlandırması gibi olacağından kişinin o zamana daha iyi hazırlanmasına da vesile olacaktır.

Tavafın İç Anlamı

Sözlükte, dönmek manasında kullanılan tavaf haccın bir rüknüdür.Kâbe’yi sola alarak ve Hacerü’l-Esved’in hizasından başlayarak etrafını yedi defa yürümek suretiyle gerçekleşir. Tavaf esnasında, her dönüşe “şavt” denir.[15]Kabe’yeAllah’ın evi anlamında “Beytullah” denir. Allah Teâlâ, kendisine ibadet etmek isteyenlerin, “Evim” dediği Kâbe’ye yönelmelerini ve orayı kıble bilmelerini istemiştir. Ka‘benin ardındaki hikmet ve sırlar, mutasavvıfların da önemle üzerinde durduğu konulardandır. Tasavvuf düşüncesinde “beyt” kelimesi, mecâzi olarak, “kalp” anlamında kullanılır. Sûfîlere göre, insanın manevî âlemindeki kalp de “Beytullah”tır. Bu nedenle avlanmak, bir canlıyı öldürmek ve fitne ve fesat çıkarmak gibi, Kâbe civarındaki yasak fiillere kalpte de yer vermemek gerekir.[16]

Sa‘yın İç Anlamı

Haccın vaciplerinden olan sa’y, tavaftan sonra, Safa ve Merve tepeleri arasında yedi defa gidip gelmektir. Bu iki tepe arasındaki mesafeye, sa’y edilen yer anlamında, “mes‘â” ismi verilir.[17]Sa’yin vücûbunun delili ise, “Şüphesiz Safa ve Merve, Allah’ın nişaneleridir. Kim Kâbe’yi hacceder ve umre yaparsa bu ikisini tavaf etmesinde de bir günah yoktur”[18] mealindeki ayet-i kerimedir.Mutasavvıflar, sa’yin batınî anlamını, Hz. İbrahim’in eşi Hz. Hacer’in, oğlu İsmail’e su bulmak için çaresizce Safa ve Merve arasında koşmasından ve en sonunda Hz. İbrahim’in hemen yanından zemzem fışkırmasından çıkarmaktadırlar. Say’da Hz. Hacer’in koştuğu yerlerde onun yaptığını temsilen Safa ve Merve arasında hervele yapılır. Hervele, süratli yürümeye denir.[19]Gazzâlî, sa’yin, kıyamette hayır ve günahları tartan terazinin iki kefesi arasında gidip gelmeyi hatırlatması gerektiğini düşünür. Buna göre Safa, sevapları; Merve de günahları tartan kefeye benzer. Bu nedenle iki kefe arasında gidip gelirken hangi tarafın daha ağır olduğunu, hangi tarafın daha hafif kaldığını gözetmek gerekir. Bu tefekkür, kişiye, azap ile af arasında gidip geldiğini fark etmesini sağlaması bakımından önemlidir.[20]

Şeytan Taşlamanın İç Anlamı

Kurban bayramı günlerinde, Mina’da bulunan küçük, büyük ve Akabe cemreleri olarak adlandırılan taş kümelerine belli sayıda küçük taşlar atmaktır. Şeytan taşlamak vaciptir.[21] Sûfî çevrede şeytan taşlama ile ilgili yapılan yorumlar, daha çok Hz. İbrahim, eşi Hacer ve oğlu İsmail’in imtihanını anlatan, tarihi olaya dayandırılır. Buna göre Allah Teâlâ, Hz. İbrahim’den, imtihan amacıyla oğlu İsmail’i boğazlamasını istemiştir. Bu esnada şeytan, Hz. İbrahim’in, bu imtihanı kaybetmesi için, sırasıyla Hz. İbrahim’e, Hz. Hacer’e ve Hz İsmail’e gider. Ancak, Mina’da gerçekleşen bu olay neticesinde, şeytanın başvurduğu herkes onu kovar. Bu nedenle şeytan taşlamak, şeytani dürtülere karşı bir kararlılık göstergesi şeklinde, sembolik olarak tekrarlanır.[22] Şeytan taşlamak kişiye Hz. İbrahim’i hatırlatırve kendini O’nun yerine koymasını sağlar. Böylece kul, kendine vesvese getirerek haccını şüpheye düşürmek isteyen şeytana karşı, Hz. İbrahim’in duruş şekli ile mukabele eder.[23] Şeytan taşlamak üzere Mina’da bulunan üç sütun, şeytanın, Hz. İbrahim, İsmail ve Hacer validemiz tarafından üç kez geri çevrilmesini temsil eder. Her bir sütuna yedi taş atılır. Mutasavvıflara göre bu taşlar, “ucb”, “kibir”, “riyâ”, “haset”, “gadap”, “hubb-ı cah” ve “aç gözlülük”ten oluşan yedi kötü hasleti temsil eder. Şeytan taşlarken, her taşta nefsin ve şeytanı hedef alındığının idrakine varmamız gerekir.

Kurbanın İç Anlamı

“Kurban” arapça bir kelime olup yaklaşmak ve yakınlık anlamına gelir. Istılah olarak kurban, belli hayvanları ya belli günlerde veya belli sebeplere bağlı olarak ve usulüne uygun olarak kesmektir.[24]Kurban, İslâm’da da, “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes”[25]mealindeki ayete göre, vacip bir ibadettir. Kurbanın, sosyal hayat için bazı hikmetleri mevcuttur. Maddi durumu iyi olanların kesmesi ve fakirlerle paylaşmaları toplumdaki birlik ve beraberliği arttıran özelliklerindendir. Bunların yanı sıra özellikle sufîlerin ilgilendiği kısım,Kur’ân’da, kurbanla ilgili ayetlerde, “mensek”, “fe lehû eslimû”[26] ve “şeâirullah”[27] (İbadet şekli, O’na teslim olunuz, Allah’ın işaretleri) gibi ifadelerin kullanılması, kurbanın; birtakım manevi değerlerin ve üstün hasletlerin remiz ve işaretleri olduğunu gösterir. Bu nedenle onun taabbudî yönü, en az ta‘lilî yönü kadar önemlidir.[28] Mutasavvıflar, kurban keserken, aslında kişinin içindeki kötü özellikleri de öldürmesi manasına geldiğini savunurlar. Kurban kesmedeki maksatın et yemek için olmadığınıkişinin Allah’a kendini teslim ettiğini ortaya koymasıdır. Kurban, teslimiyet göstergesidir. Kurbanın her parçasıyla da, kurban kesen kişinin vücudunun bir parçasının ateşten azat etmesi ümit edilir.[29] Kurban kesmek, hacda şeytan taşlamak gibi, Hz. İbrâhim’e dayandırılan bir ibadettir. Kurban, zâhirî açıdan, İslâm ahlâkının temeli olan cömertliğin, fakirleri doyurmak suretiyle uygulanmasıdır. Bâtınî anlamda ise kurban, dönüşümün sembolü ve aşkınlığın yardımcı aracıdır. “Kestiğiniz kurbanların eti ve kanı değil, sizin takvanız Allah’a ulaşır”[30]mealindeki ayetten anlaşıldığına göre, Kur’ân’da da, kurbanın bâtınî yönüne daha çok önem verilmektedir.[31]Kişi, ne kadar zengin olursa olsun, sadece bir tane hayvanı kurban kesmekle mükellef olduğuna göre, kurbanda takva, sayının çokluğu itibarıyla değil, kesilen hayvanın, nefsi temsil etmesi itibarıyladır.[32] Öyle olmasa, zekâttaki gibi herkesin, sahip olduğu mal oranında kurban kesmesi gerekirdi. Kurban kesmek, nefsi kurban etmenin sembolü olduğuna göre, kurbanda sayıdan ziyade takva olması esası ön plana çıkarılmıştır.

SONUÇ

Her ibadetin, farklı hikmetleri ve derin manaları vardır. Tasavvufta mutasavvıflar ibadetlerin şekillerinden daha ziyade onların batını manalarına yönelmişlerdir. O ibadetlerdeki sırlara vakıf olmaya ve sırları anlamaya çalışmışlardır. Her ne kadar makalemde hac ibadetini konu almış olsam da bütün ibadetler için bu geçerlidir. Sufîler, kişinin hayatına yansıyan ibadetin asıl amacını yerine getiren ibadet olduğunu savunurlar.

Hac kişinin, her an harem bölgesindeymişçesine kötülüklerden uzak durması, günahlardan kendini saklaması zevk ve sefa veren şeylerden soyutlanması; Arafataki vakfe, mahşerde Allah'ın huzurundaymışçasına durması; Mina'da şeytanı taşlama, kalben, işlediği günahları, nefsini ve şeytanı kerih görmesi; Kurban kesmek ise nefsini ve onun isteklerini Allah yolunda kurban etmesi ve ona teslim olması olarak özetlenebilir.

İbadetlerin zâhirîni araştıran fıkıh ile bâtınî manalarını araştıran tasavvuf arasında, önemli bir ilişki vardır. Her şeyden önce fıkıh (zâhir), tasavvufun (bâtın) ön şartıdır. Sadece sufî anlayışta ibadetlerin somut hikmetlerinden çok, taabbudî yönüne önem vermek ve bâtınî manalarını anlamak daha önemlidir. Tasavvufta, marifet ilminden bahsettiği için, Mutasavvıflar, ilmin iki çeşidinden bahsetmiş ve akıl ve düşünmeyle elde edilen bilgiye “ilim”; kalbe doğan ve mahiyeti tam olarak açıklanamayan ilme ise, “marifet” veya “irfan” demişlerdir. Mutasavvıflar, tasavvuf ilmi tahsil edenlerin ikinci grupta yer aldıklarını belirtirler. Ancak “bâtınî bilgi” de diyebileceğimiz, bu tür bilgiyi elde etmenin birçok şartı, vardır. Niyet, ihlas, tevbe, şükür, sabır, açlık ve gece ibadeti ve sükût, bunlardan sadece birkaçıdır.[33] Marifet, müşahede bunlar anlamakta zorluk çektiğimiz, hikmetlerini somut olarak açıklayamadığımız batınî manaları keşfetmeyi sağlayan ilimlerdir. Özellikle hacdaki tavaf, şeytan taşlama ve sa‘y gibi rükünlerin hikmetlerinin bâtınî manalarıyla anlamaya çalışır. Bazı mutasavvıflar, hac yolculuğuna çıkar çıkmaz bu tefekkürü başlatmış; haccın “sefer” anlamına gelmesinin, gerçekte ahiret yolculuğunu temsil ettiğini belirtmişlerdir.

Ezcümle ibadetlerimizin zahir anlamları da batın anlamları da çok önemlidir. İslam hukuku ibadetlerin zahir anlamları ile ilgilenirken, Tasavvuf ilmi ibadetlerin batınî anlamlarını, hikmetlerini, sırlarını anlamaya çalışır. Hatta öyle ki bazı sufîlerce ibadetlerdeki niyet ve iç anlam idrak edilerek, şuurlu bir şekilde ibadet edilmezse o ibadetin kabul olmayacağını bile söylerler. Şeklen kabul olsa bile asıl manasından çok şey kaybedeceğini savunurlar. Asıl hayata geliş amacımız zaten Allah’ a tam manasıyla kulluk yapabilmek olduğu için, ibadetlerinde batınî anlamlarını hakkıyla kavrayıp, uygulayabilmemiz, bizim kulluk seviyemizi arttıracağından dolayı büyük önem arz etmektedir.

KAYNAKÇA

  • Hücvirî – Kesfu’l-Mahcûb, Hazırlayan: Süleyman Uludağ
  • Gâzzâlî – İhyâ, c. I
  • Hülya Küçük – Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihine Giriş
  • Orhan Çeker ­– İlm-i Hâl’im
  • İdris TÜRK – Tasavvuf Düşüncesinde İbadetlerin İç Anlamı Doktora Tezi
  • Ali Şeriati – Hac

FATMA SENA KARAKOÇ / NECMETTİN ERBAKAN ÜNİVERSİTESİ AHMET KELEŞOĞLU İLAHİYAT FAKÜLTESİ ÖĞRENCİSİ

Dünya Haberleri