Ülkemizde son bir yıldır ekonomi bir kısır döngünün içerisinde. Geçen yıl Ağustos ayında yaşadığımız kur saldırısının ardından “En kötüsü geride kaldı. Toparlanmaya başlıyoruz” denildi ama o toparlanma bir türlü gerçekleşemedi. Bunun en büyük sebebi başta üç-dört harfli süper marketler ve özellikle gıda alanında faaliyet gösteren iş adamlarının bu süreçte kârlarını katlayarak artırmaları oldu. Hükümetin atmaya çalıştığı her iyi niyetli adım bir şeklide ters çevriliyor.
Yapılan zamların büyük bir kısmı maliyetlerdeki artışlara bağlanıyordu. Lâkin başta gıda olmak üzere çeşitli sektörlerde eğer ürünün maliyetine ortalama yüzde 5-10 zam geldiyse yuvarlak hesap yüzde 25 zam yapılarak hem bu maliyet artışından etkilenmediler hem de daha fazla kâr etmeye başladılar. Enflasyon artıyormuş, vatandaş zor durumda kalmış umurlarında değildi. Serbest piyasanın şartlarınca serbestçe kazanmaya devam ettiler… Türkiye’nin en büyük 500 sanayi kuruluşunun açıklandığı listede çok sayıda şirketin üretim dışı gelirlerinde ciddi artışlar görüldü. Aslında şaşılacak bir şey yok. Bilinen şey resmi bir ağızdan tekrarlanmış oldu.
Anlı şanlı şirketler üretim yapmak yerine döviz üzerinden, banka faizleriyle tatlı tatlı kâr elde ettiler. Zaten enflasyonla mücadele kampanyasına da önce yüzde 25-30 zam yapıp ardından yüzde 10 indirim yaparak katılmışlardı. Rahatlıkla aynı gemideyiz, yerli ve millîyiz pozlarına girebildiler. Hükümetin bu noktada neler yapması gerektiği ile ilgili daha önce ondan fazla yazı yazmışızdır, aynı şeyleri tekrarlamayım. Hükümetin enflasyonun artmasında temel neden olan marketlerle anlayacakları dilde sert bir üslupla konuşması gerekiyor. Diğer türlü bu marketler kendi bildiklerini okumaya devam ederler. Çünkü onlarda ülke sevgisi, vicdan, fakirlere yardım etme vb. düşünceler yok. Tek dertleri ceplerine girecek daha fazla para…
Hükümet iş dünyasına, tarıma çok ciddi destek veriyor. Çok sayıda hibe projesi hayata geçiriliyor. Fakat insanlar art niyetli olunca hükümetin iyi niyeti bir şekilde suiistimal ediliyor. Başta marketler olmak üzere çok sayıda iş yerinin girişinde “Bu işyerinde İşkur ile ortak mesleki eğitim çalışması yürütülmektedir” vb . yazılar var. Ortalama altı ay süren bu kurslar sayesinde işe başlayan elemanların sigortalarını kurum karşılıyormuş. Yine çoğu eğitim çalışmasında maaşların büyük bir kısmını da işyeri değil, kurum ödüyormuş. Fakat altı ayın sonunda uyanık işyerlerinin büyük bir kısmı bu sözde eğitim alan ama özü itibariyle ucuz işgücü olan elemanları işten çıkarıp, yeniden İşkur’a başvuruyorlar. Çalıştırmak istedikleri elemanlara da en fazla İşkur’un ödediği maaşları teklif ediliyormuş. Ödenen maaşın da asgari ücretin altında olduğunu da belirtelim.
Yani adamlar devletin parasıyla bedava eleman çalıştırıyorlar. Birde İşkur üzerinden istihdama şu kadar katkı sağladık gibi hava yapıyorlar. Ticaret Bakanlığı geçenlerde bu yılın Ocak-Mayıs ayları arasında İşkur üzerinden yaklaşık 500 binden fazla kişinin işe yerleştirildiğini açıklamıştı. Bakanlık bence bu işe yerleştirilenlerden hali hazırda kaçının çalıştığını, bu süreçte İşkur’a kaç yeni başvurunun yapıldığını da açıklamalı. Hükümetin diğer iyi niyetli teşviklerinin de büyük bir kısmı art niyetli kullanılıyor. İşimi büyüteceğim diye hibe ya da düşük faizli kredi alan işyerleri yatırım yapmak yerine ya geçmişteki borçlarını kapatıyor ya da bu parayı döviz, banka faizi olarak işletiyor. Çiftçilere ödenen mazot, gübre yardımı gibi belli ücretler bile asıl amacına ulaşmadan sanayici örneğinde olduğu gibi arada kaynıyor.
Hani balık verme, balık tutmayı öğret diye bir laf var ya, yıllardır hükümet bunu yapmaya çalıştı ama kimseye yaranamadı. Bundan sonra hükümet doğrudan balık vermeli. Şöyle ki çiftçiye mazot yardımını anlaştığı benzinlik üzerinden doğrudan çiftinin traktörünün deposuna yapmalı. Tabi ki art niyetli kullanana ömür boyu yardım yapılmayacağı da kararlı bir şekilde söylenerek. Aynı şekilde diğer hibe ve teşvik paketlerinde de doğrudan malzeme temini sağlanabilir. İşkur’un programı da çok rahat hükümetin ve işçilerin lehine güncellenebilir. Yeter ki istensin…