Hukuk Devleti ilkesi hemen hepimizin ittifakla kabul ettiği ve gerekliliği hususunda hiçbir tereddüte mahal bırakmayan bir ilkedir. Peki neden Hukuk Devleti ilkesi bu kadar önem arz etmektedir? Hukuk Devletinden ne anlıyoruz, ne anlamamız gerekir? Hukuk Devleti ilkesinin felsefi temelleri nedir? Hukuk, Adalet, Hukuk Devleti gibi kavramlar üzerinde neden düşünce üretemiyoruz. Hatta hemen hemen hiçbir konuda neden taklitten uzak, orijinal, yerli düşünceler üretemiyoruz.
“Cengiz Han’ın Doğuşu” filmde, Temuçin, 9 yaşında iken babası Yesügey Han ile barış yapmak istediği bir kabileden gelin seçmek için yola koyulur. Ancak yolda misafir oldukları daha güçsüz bir kabileden kız beğenir ve babasının itirazlarına rağmen kararı kendisinin vereceğini beyan ederek babasının itirazlarını dinlemez. Dönüş yolunda düşman bir kabileden bir grup ile aynı yerde mola verilir. Moğol adeti gereği Temuçin’in babasına ikram olarak içecek süt gönderilir. Yesügey’in sütü içmeye yeltenmesi üzerine yanında bulunanlar bunun bir tuzak olabileceğini ve içmemesi gerektiğini söylerler. Ancak Yesügey, bunun Moğol töresi olduğunu, düşmanlarının kendi ikramını kabul ettiklerini ve karşılıklı olarak bunu içmeleri gerektiğini ifade eder ve ekler; “Ben Kağan Yesügey olarak geleneği bozarsam, düzen bozulur”. Ve zehirli olma ihtimaline rağmen ikramı kabul eder ve içer. Yola koyulmalarından kısa bir süre sonra zehir etkisini gösterir ve kağan ölür. Kağan zehirlenme riskine rağmen töreyi bozmaz, bozulmasına müsaade etmez. Burada gelenek veya töre denilen şey o dönemki cari hukuktur. Tabiki bugünkü Hukuk Devleti ilkesiyle arasında büyük farklar bulunmakla birlikte temel felsefesi herkesin uyması gereken kurallar sayesinde düzenin korunabilmesidir. Bir nevi kağan hukuk devleti ilkesine tabi olmuş ve hayatına mal olsa bile hukuka karşı gelmemiştir.
Hukukun üstün olmadığı, yöneticilerin hukuka tabi olmadığı toplumlarda hiçbir zaman bir düzen, intizam kurulamaz. İntizamın olmadığı yerde de ne iktisadi gelişme ne de buna paralel kültür, sanat ve entelektüel gelişme yaşanmaz. Başka bir ifade ile Medeniyet kuramazsınız.
Dünyaya egemen kapitalist Batı sistemi büyük bir medeniyet buhranı yaşamaktadır. Batı özellikle Avrupa uzun süredir toplumları arkasından sürükleyecek maddi manevi hamleleri yapamamaktadır, sadece elinde bulunan maddi gücü koruma telaşındadır. Dünya yeni bir medeniyete gebedir. Bunu sağlayacak manevi itici gücün de İslam olduğu Batı tarafından bilinmekte ve buna karşı topyekun bir mücadele verilmektedir. Çünkü dünyadaki cari sisteme karşı söyleyecek sözü olan ancak ve ancak İslam’dır. Diğer medeniyet havzalarında bulunan ülkelerin ne kadar ekonomik, siyasi, askeri güçleri olsa da kapitalist sisteme alternatif bir sistem önerme imkanları bulunmamaktadır. Hepsi öyle ya da böyle Batı kapitalist sistemini benimsemiş, Batının paradigmaları içinde Batıya karşı mücadele veren güçlerdir. Paradigma değiştirme potansiyeli sadece İslam’dadır. İslam ülkelerinin bugünkü durumu göz önüne alındığında da bunu sağlayacak en güçlü ülke Türkiye’dir. Türkiye, Medeniyet kurmuş bir milletin vatanıdır. Yeniden Medeniyet kurma yolunda ilerlemektedir. Bunu başaracak potansiyele de sahiptir.
Türkiye yeniden bir Medeniyet kurma iddiasında ise bunun kolay olmadığını bilmek zorundayız. Hem ekonomik hem askeri hem de entelektüel bir güç olmak zorundasınız. Bunların olması için öncelikle bunların gelişmesine imkan veren bir vasat oluşturulması gerekir. Bunun da olmazsa olmazı Hukuk Devletidir.