Dünya iktisadi, siyasi ve sosyal çıkar mücadeleleri ekseninde kontrolden çıkmış bir şekilde, artan bir hızla dönmeye devam etmektedir. Her ne kadar tüm çalışmalar, sonuçta ekonomik kazanım elde etmek üzerine kurulu olmasına rağmen bir önceki aşama, siyasi kararlardır. Ekonomik insan, akıllı insan, tüm mal alım ve satım işlemlerinde daima kendi çıkarının en fazla olmasını düşünen insan anlamına gelen homoeconomicus ekonomik terimi gibi, siyasetçilerin homopoliticus (politik insan, tekrar seçimi kazanmak hatta her zaman seçilmek için her şeyi yapan insan) kavramının anlamına uygun olacak şekilde ülke, bölge ve dünya ekonomisini etkileyebilecek kararları ekonomik faaliyetlerinin yönünü çizmekte, sonuçları da tüm insanlığı olumlu veya olumsuz olarak etkisi altına almaktadır. Söz konusu kararların dünyadaki her türlü gelişmeleri etkileme gücü, ülkelerin iktisadi açıdan gelişmişlik düzeyleri ile dünya ticaret hacmindeki ağırlıklarına göre şekillenmektedir. Her gelişmiş bir ülkenin (İsviçre, İsveç gibi) krize girmiş olması veya ekonomisinin çok hızlı büyümesi veyahut almış olduğu ekonomik/siyasi kararların küresel bazda mutlak sonuçlar doğurmasının beklenilmemesi yada gelişmekte olan bir ülkede baş gösteren bir iktisadi veya siyasi krizin dünyayı etkileyemeyeceği gibi bir düşünceye kapılması da doğru değildir. Gelişmekte olan ülkelerden olan Çin ve Rusya’da ortaya çıkan bir ekonomik krizin, gelişmiş bir ülke olan örneğin Danimarka’daki krizin etkilerinin boyutlarıyla karşılaştırılması dahi düşünülemez. Gelişmemiş ülkeler arasında olmasına rağmen gerek sahip oldukları insan ve doğal kaynaklar bakımından zenginlikleri, gerekse de Çin’in dünya ticaret hacmi bakımından ABD’den sonra ikinci sırada Rusya’nın da ön sıralarda yer alması, dünya ekonomisinin çehresini değiştirmesi yeterli bir unsurdur. Bu noktadan sonra artık önemli olan, dünya ekonomi pastasının önemli bir kısmını oluşturan ülkeler tarafından alınan siyasi ve iktisadi kararların, dünya ekonomisinde küresel ölçekte kalıcı, sürekli ve sürdürülebilir bir büyüme ortamı sağlayıp sağlamayacağıdır.
Homopoliticus kavramının anlamına göre siyasetçilerin aldığı kararların sonuçlarına bakıldığında, ne yazık ki global istikrarın kalıcılığının sağlanmasına yönelik olmaktan uzaklaşacak sonuçlar doğurduğu görülmektedir. İçinde yaşadığımız yaklaşık son yarım yüzyıl (1970-2017); İran-Irak Savaşı, Irak-Kuveyt Savaşı, Kuzey Irak ile Suriye’deki çatışmaların ülkemizle birlikte Rusya ve İran’ı da içine alabilecek düzeyde Orta Doğu’da toptan bir savaşa yol açacak kapasitesinin bulunması, terör örgütlerinin parasal ve silah yardımıyla güya barışın sağlanması adına desteklenerek palazlandırılması, Myanmar’da yaşayan Müslümanlara yapılan zulüm, Afrika’da ve dünyanın bir çok bölgesinde ölümle sonuçlanacak kadar dayanılmaz boyutlara varan açlık, sefalet olgusu bir çok örneklerle doludur.
Hemen bir çırpıda sayılan savaş ve çatışmalar, ABD ve AB orijinli gelişmiş ülkelerin, dünyanın emtia bakımından zengin ancak iktisadi bakımdan geri veya gelişmekte olan özelliklede Müslüman ülkeler üzerinde uygulamaya koymayı düşündükleri hatta dayattığı politikalar, insanlığın şu an çektiği sıkıntıların en temel sebebidir. Aslında olaya genel bir çerçeveden bakıldığında, gelişmiş ülkelerin takip ettiği politikaların bumerang misali, dönüp dolaşıp küresel ekonominin yanında kendi ekonomik büyümelerini de yavaşlattığı açıktır. Ancak ABD ve AB ülkeleri, dünya ekonomisinin hızla ve istikrarlı bir şekilde toptan büyüme göstermektense kendilerinin de içinde bulunduğu yaklaşık yirmi veya otuz ülkenin, ne pahasına olursa olsun hızla gelişmesi, dünyanın tüm kaynaklarına sahip olması gerektiği, kalan yüz yetmiş civarındaki ülkenin ise tabir yerindeyse kendilerinin dikte ettiği politikalara uyarak sürünmeye devam etmesini istemekte, uymayanların ülkeleri ise, bir takım ucuz bahanelerle askeri müdahaleler yoluyla terbiye etme yoluna gitmektedirler. Sonuçta çok zengin yaşam koşulları içinde yaşayan otuz civarında, normal koşullarda yaşayan kırk civarında ve ilkel koşullarda yaşayan yüz civarındaki ülkelerden oluşan bir dünya. Dengesizliğe neden olan gelişmiş ülkelerin, geri ve gelişmekte olan ülkelerin zengin doğal kaynaklarına olan vahşi ve doymayan emellerine gem vurulmadıkça, dünyanın ekonomik istikrara, barışa ve huzura kavuşması olanaksızdır. Gelişmiş ülkelerin çıkarlarının maksimize edilmesi ortak paydasında dizayn edilmeye çalışılan günümüz çok bilinmeyenli ve girift dünya düzeninde, yapılması gerekenler hem acil ancak aynı zamanda da oldukça kısıtlıdır. Türkiye gibi, dayatılan düzene rağmen kendi ayakları üzerinde doğrulma mücadelesi veren ülkelerin işi, göreceli olarak daha zordur. Üstesinden gelmenin reçetesi, birlik içinde daha çok çalışmaktır, başka değil.
Soru: Bir ülkenin istikrarı sadece kendi istikrarına bağlı mıdır? Neden?
Sözün Gözü: Az konuş, icraat yap.