Öğrencilik yıllarımızda yazılı imtihanlar öncesinin klişe sorularından bir tanesiydi. Öğretmenlerimiz: "imtihan yapacağım!" dediği zaman, sınıftan bir veya birkaç kişi, hemen el kaldırır: "Hocaaam! hangi konulardan sorumluyuz?" diye sorardı. Bir anlamda, konu veya ünite sınırlaması noktasında hocadan yardım isteği de taşırdı bu soru. Bir anlamda da öğrencinin en temel hakkıydı, vereceği imtihanda hangi konulardan sorumlu olduğunu bilmesi...
Peki, basit bir dersin yazılı imtihanında bile insanoğlu, hangi konulardan, hangi ünitelerden sorumlu olduğunu merak ediyor da; acaba imtihanda olduğumuz bu hayatta sorumluluklarımızın sınırlarının ne olduğunu, hayat imtihanında hangi konulardan sorumlu olduğumuzu hiç merak ediyor muyuz? Hayatta imtihanda olduğumuzu da nereden çıkarıyoruz? diye aklımıza bir istifham takılırsa, o zaman "insan nedir? sorusundan başlamak gerekiyor.
İnsan atılmış bir damla spermden yaratılmış, alelâde bir canlıdır. Şu ana kadar keşfedilebilmiş olan uzayın, 1/100milyar oranında bir haritası çıkarıldığı zaman, o haritada nokta kadar yer tutmayan Samanyolu galaksisinde, yine o galaksinin içerisindeki yüzbinlerce güneş sisteminden birisi olan ve galaksi içerisinde nokta bile olmayan güneş sisteminin içerisinde yer alan, 9 gezegenden birisinin üzerinde yaşayan, şu anda vaki olan 7 milyar, geçmişler ile beraber yüz milyarlarca insan varlığından sadece birisidir. Sıradan alelâde bir varlıktır. Ancak, mükemmel ve devasa kainatın düzenini, işleyişini selim bir akıl ve kalp ile değerlendirdiğimizde, bütün kâinatın insanla birebir uyumlu olduğunu görünce, demek ki; insan hacim ve kütle olarak, varlık olarak, bir hiç mesabesinde olsa bile, bunun ötesinde bir ehemmiyet arz etmektedir.
Kainatı kendimiz için biz yaratmadığımıza göre, öyleyse kâinatın bir yaratılış amacı var. İşte insan için öylesine mükemmel, kaostan uzak, kosmos halinde bir kainat yaratılmışsa; insanın da elbette ki bir amacı olması lazım. İşte biz buna imtihan diyoruz. Öyleyse, insanoğlunun sorumlulukları, imtihanda sorumlu olduğu konular neler? İmtihanda sorumlu olduğumuz son kitabı bir bütün olarak incelediğimizde, insanın dört temel sorumluluk alanı olduğunu söyleyebiliriz. En önemli sorumluluk alanımızı, en sona bırakmak sûretiyle bu alanları şöyle ifade edebiliriz.
Bir: İnsan bizzat kendisine karşı sorumludur. Bunu da iki alt başlık halinde inceleyebiliriz. Birincisi: Bedenine karşı sorumluluğudur. İnsanoğlu, kendi bedenine zarar vermeme, onu temiz tutma, bedenin ihtiyaçlarını karşılama noktasında sorumludur. Bu sorumluluğunu yerine getirmediği zaman, yani bedenine karşı sorumlu olduğunun şuurunda olmadığı zaman, ortaya bugünkü dünya insanlığının iki büyük yanılgısı çıkmaktadır. İşin tuhafı, bugün için bu iki yanılgı da endüstriyel bir hâl almıştır. Birincisi, görünüş olarak, zahiren vücudumuza tapma, tapınma anlayışı... Dünyadaki kozmetik ve makyaj sanayinin, estetik ameliyatların, dövme yaptırmanın, hepsinin temelinde insan vücudunun görünüş olarak tanrılaştırılması vardır. Bakımlı olmakla, bakılır olmak karıştırılmamalıdır. İkincisi, vücudun fiziki sınırlarını yüceltme/kutsama dediğimiz bir başka tapınma biçimi vücut geliştirme veya adrenalin tutkusudur. Mazoşizm bu yanılgının dışavurumudur.
Bedenin hayatiyetini sürdürmesi için, yaratılışına uygun beslenilmesi de bedenimize karşı sorumluluğumuza dahildir. Yine bugün en basit ve gündemdeki örnek üzerinden gidecek olursak hareket eden, dişinin kestiği, midesinin öğütebildiği her şeyi yiyen insanoğlunun dünyadaki pek çok hastalığın kaynağında yer alması da bunun bir neticesidir.
Kendimize karşı ikinci sorumluluk alanımız aklımızın beslenmesi, ruhumuzun beslenmesi ve nefsimizin eğitilmesi hususlardır. Aklın beslenilmesi, vahiyledir. Üst ve aşkın aklın bilgisi iledir. Aklını kullanmayan veya doğru beslemeyen, düşünmeyen insanlar; hedonizmin kurbanı olmakta ve/veya robotlaşıp, mankurtlaşarak bir anlamda köleleşmeye mahkumdur. Ruhunu beslemeyen yani Îsâr, tevazu gibi erdemleri yüceltmeyen insan, egoizmin, egosantrizmin gönüllü kölesi haline gelmektedir. Nefsine karşı sorumluluğunu yerine getirmediği zaman da sekülerizmin, kapitalizmin, paralı askeri haline gelip nefsinin, şehvetinin, öfkesinin, arzu ve isteklerinin kölesi durumuna düşmektedir. İstekleri karşısında çaresiz kaldığı zamanda intihara kadar gidebilmektedir.
İkinci temel sorumluluğumuz, bir ferdi, bir parçası olduğumuz topluma karşı olan sorumluluğumuzdur. Toplum içerisinde ahlaklı davranma sorumluluğumuz, hukuk içerisinde hareket etme sorumluluğumuz vardır. Bunların gelişmiş veda kurumsallaşmış haliyle ailemize karşı, ümmete karşı ve bütün insanlığa karşı sorumluluklarımız vardır. Bu sorumluluk, insanlar tarafından yerine getirilmediği zaman, ortaya şiddet, savaş, zulüm, sömürgecilik gibi bütün insanlığa zararlı durumlar ortaya çıkmaktadır.
Üçüncü temel sorumluluk alanımız, kainata karşı olan sorumluluğumuzdur. Kainatı bir emanet ve nimet olarak bilmek, nimetleri israf etmemek, kâinatın dengesini bozmadan imar ve âbâd etmek, istifademize sunulan nimetler içerisinde helal ve temiz olanların yenilmesi, tüketilmesi noktasında hareket etmektir. Bu sorumluluğumuzun bilincinde olmadığımızda ortaya karada, denizlerde ve havada fesadın ortaya çıkması sonucunu vermektedir. Küresel ısınma, ozon tabakasının delinmesi, denizlerdeki ve karadaki kirlilik, atmosferdeki hava kalitesinin bazı bölgelerde yaşanmayacak dereceye gelmesi, yaşamakta olduğumuz covid-19 salgını bunun neticeleridir. Kainatın dengesini bozacak şekilde tabii kaynakları israf ve talan etme yine sorumluluk yerine getirilmediği zaman ortaya çıkan hususlardandır.
İşte bütün bunların ötesinde, insanoğlunun asıl sorumluluk alanı, daha doğrusu bunların tamamını kapsayan, tamamını yanlıştan kurtarıp anlamlı ve doğru hale getiren sorumluluk alanı ise; insanın, Allah'a karşı olan sorumluluğudur. İnsan, Allah'a iman etmek, Allah'a ibadet etmekle sorumludur. İman ve ibadette tevhidi benimsemesidir. Tevhidi benimsemediği zaman, ortaya inkar, şirk ve isyan çıkar ki; bu da insanoğlunun imtihanı kaybetmesi ve hem kendisinin, hem insanlığın, hem de kainatın yıkılmasına bir anlamda sebep olmasıdır.
İman olmadığı zaman, yani insan kendisini, Allah'a karşı sorumlu hissetmediği zaman, hem nefsinde, hem toplumda, hem de kainatta kaos meydana getirmektedir. Vahiyle eğitilmeyen insan ve insanın potansiyel enerjisi olan akıl, nefis, öfke ve şehvet en yıkıcı güç haline dönüşmektedir. İman, insanın bedenine, aklına, ruhuna karşı sorumluluklarını hatırlatan ve bunları disipline eden bir güçtür. İman, insanın diğer insanlarla münasebetini, yani toplumsal ilişkilerini düzenleyen, gerek ümmet dairesinde, gerekse bütün insanlığa karşı nasıl hareket etmesi gerektiğini disipline eden bir güçtür. İnsanın, diğer insanlarla olan hukuki ve ahlaki ilişkilerini düzenler. Çünkü, insana bir bakış açısı, hukuk anlayışı ve ahlakî değerler silsilesi getirmektedir. İman aynı zamanda, insanın kainatla olan ilişkilerini de düzenleyen disipline eden bir güçtür. İnanan insan, bedenini temiz tutmak zorundadır. Zira ibadet sorumluluğu aynı zamanda temiz olmayı da gerekli kılmaktadır. Aklını eğitmesini zorunlu kılmaktadır. Zira iman, akıl ile kalbin birleşmesi, yaratıcının öğretileri üzerine düşünmeyi gerektirmektedir. İman, insanın kainata karşı tutumunu ve davranışını düzenler. Çünkü ona şunu öğütler; "Sen ne bedeninin, neden çevrendeki diğer varlıkların maliki/sahibi, meliki/hükümdarı değilsin. Emanetçisin ve imtihandasın. Emanetlere saygı göster imtihanı başar.
Şimdi tekrar başa dönelim. "Hocaaam, hangi konulardan sorumluyuz?" İnsan isek, aklımız başımızda ise, hayatımızın tamamından, bu dört alan çerçevesinde sorumluyuz. Bugünkü dünya üzerindeki kaosun sebebi, savaşların, zulümlerin, sömürgeciliğin, hastalıkların, salgınların, kan ve gözyaşının sebebi insanlığın imandan ve imanın getirdiği sorumluluk duygusundan uzaklaşıp hedonizmin, sadizmin, kapitalizmin, emperyalizmin, sekülerizmin, pozitivizmin, popülizmin, egoizmin ve egosantrizmin kölesi olmasından kaynaklanmaktadır. İnsanlığın pençesinde kıvrandığı bulaşıcı hastalıkların, savaşların, katliamların, soy kırımların, yeryüzünün yaşanmayacak hale gelmesinin sebebi insanın hayatına imtihan, kainata emanet gözüyle bakmaması, kendisini dünyanın yegane üstün gücü görmesinden dolayıdır.
İnanan insan olarak, bütün insanlığa karşı sorumluluğumuz, bıkmadan usanmadan, hem hâlimizle, hem kâlimizle insanlara imtihanda olduklarını haykırmak ve topyekün başarabilmek adına sorumluluklarımızı hatırlatmaktadır. Topyekün başaramazsak, topyekün kaybetmeye, helaka doğru sürüklendiğimizin şuurunda olalım. Ve bu imtihanda tek doğru bütün yanlışları götürebilir, tıpkı tek bir yanlışın bütün doğruları götürdüğü gibi...