Nasreddin Hoca bir gün evden çıkarken palasını da yanına alır. Hanımı uyarır;
-Silah taşıma yasağı olduğunu bilmiyor musun Hoca!
Hoca umursamaz;
-Bir şey olmaz hanııım… der, yoluna revan olur.
Mahallenin köşesini henüz dönmüştür ki; arama yapak için zaptiyeler durdururlar. Elini hocaya uzatmasıyla koca palanın zaptiye erinin eline çarpması bir olur. Rütbeli olanı palanın kabzasından kavrar. Hocanın kuşağından yavaşça sıyırır. Ucunu Hocanın burnuna doğru uzatır. Yarı şaşkın yarı alaycı sorar;
-Hoca bu ne! Silah taşıma yasağı olduğunu bilmiyor musun? İşin ne bu palayla! Hoca sakin ve kendinden emin cevap verir;
-Yazı yazarken bazen hata ediyorum da, bunun ucuyla mürekkebi şöyle kazıyıp temizleyiveriyorum…
Nasreddin Hoca’nın bu cevabı karşısında şaşkınlığı bir kat daha artan adam kahkaha atmaktan kendini alamaz ve ekler;
-İlâhi Hocam, bunun için küçücük çakı yeterli olur!
Hoca cevabı yapıştırır;
-Öyle demeyin ağalar. Biz ilim erbabı bazen öyle büyük hatalar ediyoruz ki; kazımak için pala bile küçük kalıyor Allah sizi inandırsın!...
HİSSE:
Suçunu bastırmak için kendince haklı bahaneler ileri sürme, kendini mazur gösterme çabası, genel olarak insanımızın hastalığıdır. (Şanlıurfa il merkezinde kırmızı ışıkta geçtikten sonra yakalanan Musa MERT’in trafik polisine “Biz buraların yabancısıyız memur bey…” demesi gibi.)
Büyük insanların; toplumları peşlerinden sürükleyen, mürekkep yalamış, eli kalem tutan, sözü dinlenen/tutulan insanların yanlışları yalnızca kendilerini bağlamaz. Onların yanlışları çok ağıra mal olabilir. Hele bir de işin içinde “yazı” varsa, bu yanlışın nesillere aktarılması anlamına gelir ki; işte böyle bir yanlışı kazıyıp temizlemek oldukça güçtür. Elbette müçtehidin hatasına bir, isabetine iki ecir olduğunu belirten Peygamber (s.a.v.) sözünü (Bakınız: Buhârî, İ’tisâm 21) unutmadık. Ancak yine de titizliği öneriyor Nasreddin Hoca. Unutmamalı; Büyüğün yanlışı, büyük yanlıştır. Bunun için tarihe bakmak yeterli.
Büyük insanların da yanlış yapabileceklerini unutmamalı. Gerçekten büyük bir insan bile-isteye yanlış yapmaz. Ancak beşer, şaşar. Sevgimiz, nefretimiz-muhalefetimiz gözümüzü boyamamalı.
Bu nedenle İslam alimleri kendilerini ve yollarını dokunulamaz, sorgulanamaz ve yargılanamaz mutlak gerçekler olarak görmemişler, görüşlerinin ve yollarının insanlar tarafından körü körüne taklit edilmesini de istememişlerdir:
“Bu imamlar (Dört Mezheb İmamları ) olanca gayretleriyle insanlara dinlerini öğretmeye ve onları hidayete erdirmeye çalıştılar. Onlar kendilerinin (körü körüne) taklit edilmesini nehyederek şöyle diyorlardı: “Bizim delillerimizi bilmeden bir kimsenin sözümüzü söylemesi caiz değildir.” Mezheplerinin “sahih hadis” olduğunu açıkça belirtmişlerdi. Çünkü maksatları, Rasûlüllah (s.a.v.) gibi masum kabul edilip taklit edilmek değil, bilakis insanlara, Allah’ın hükümlerini anlamada yardımcı olmaktı.” (Seyyid Sâbık, Fıkhu’s-Sünne, Pınar yay. Türkçesi: Ahmet SARIOĞLU, Tayyar TEKİN, İstanbul,1992, I,22-23.)
Allah ellerin(m)izi bırakmasın.