Hayat öyle hızla akıyor, her birimizin gündemi öylesine çabuk değişiyor ki; kimi zaman kendi gündemimizin ardından yetişmekte zorlanıyoruz. Hatta bugün yaşadıklarımızı yarın hatırlayamayacak kadar hızlı…
Hızlı yaşıyor, hızla ölüyoruz. Bazen bir ölüp bin diriliyor, bazen de ölenle ölüyoruz. Farklıyız hepimiz, bir diğerimizden. Farklı olduğumuz için zenginiz, farklılıklarımıza rağmen hep iç içeyiz.
Bir telaşlı ilerleyiş içindeyiz; hiç değişmeyen gündemlerimiz var. Dedim ya; ölüyoruz…
Suriye’de ölüyoruz…
Şam’da ölüyoruz…
Halep’te ölüyoruz…
Kardeşlerimiz ölüyor, öldürülüyor, masum bebeler katlediliyor, hanım kardeşlerimiz türlü eziyetler görüyor. Bakıyoruz, görüyoruz, susuyoruz ya; işte o zaman biz de ölüyoruz, insanlık ölüyor, ümmet ölüyor.
Evlatlarını yitiriyor analar - babalar gözleri önünde, çocuklar yetim ve öksüz kalıyor. Memleket sahipsiz, insanlık biçare kalıyor.
Ne kadar zordur sevdiklerini kaybetmek…
Ve sonrasında beklemek…
Her an kapıda belirecekmiş gibi beklemek…
Gelmeyeceğini bile bile beklemek…
Sabırla beklemek…
----------------------------------
Öldürülüyorlar da; kimler öldürülüyor ve ne uğruna? Tabi en önemli soru, neden öldürülüyorlar?
Gözü dönmüş, dünyada kendileri dışında herkesin üstünü çizen, insanlıktan yoksun, hiçbir değeri barındırmayan ama dünyaya demokrasi (!) dersi veren güruh, kendilerinden olmayan herkesi yok etme derdinde.
Peki ölenler neden hep Müslümanlar?
Müslümanların ne işleri var verimli topraklarda, hakediyorlar mı?!!! Böyle bir zihniyetin gözünde Müslümanlar sadece köle olarak görülüyor. Yalnız öyle bir lider çıkıyor ki, haklarını avuçlarına veriyor. Bu onların en sevmediği Müslüman tipi, çünkü başkaldırıyı sadece onlar yapabilir.
Gittikleri yere demokrasi götürürler, bunun karşılığında para eden ne varsa onları da beraberlerinde getirirler. Unutmamak gerek “onların demokrasisi” her şeyden daha önemlidir.
Medeniyetleri yok ederek, medeniyetten bahsederler. Tüm insanî değerleri çiğneyerek insan hak ve hürriyetlerinden söz ederler. Savaş, haksız yere öldürme, gasp ve her türlü pislik kendilerinde barınırken dünya barışından dem vururlar.
Birileri de çıkar, batının medeniyetinden, kültüründen temizliğinden bahseder. Kimileri “şu” sunu alalım da “bu” sunu almayalım, der. Nasıl bir ironidir, anlamak mümkün değil.
Tüm bu haksızlıkların üzerine bir de İslamofobi diye bir şey ürettiler. Terör saldırılarını yine kendilerinin ürettiği “İslamî örgütlere!” yamadılar, bu sayede de İslamı karalama kampanyalarını yürüttüler.
İslamı tanımayan, bilmeyen, araştırmayan batı zihniyetine sahip güruh da bu dalgaya kapılıp İslamı ve Müslümanları karalama gafletinde bulunuyorlar.
Tüm bunlar dünya tarihi boyunca sürekli yaşandı, şu an yaşanıyor ve yaşanmaya da devam edecek. Neden mi? Müslümanlardan üstün olduğunu iddia eden, tüm dünyayı avucunun içine almış şekil vermeye çalışan bir zihniyet var karşımızda ve bunlar insanların algılarını yönlendirmekten keyif duyuyorlar.
Aklı başında insanlar tarafından yönetilen, kendilerine itaat etmeyen, çıkardıkları her zorluğa karşı alternatif üreten bir Türkiye de istemiyorlar, bu ülkenin diğer Müslüman ülkelere önderlik etmesini de.
Sözün özü kardeşlerimiz ölüyor, bizler belki fiilen yanlarında olup onların yaralarını saramıyoruz, ama üstümüze düşen birçok sorumluluk var. Onlar bizi bekliyor, bizden bekliyor. Yardımımızı, desteğimizi, dualarımızı. Yuvalarından kopup gelen ve ülkemize yerleşen kardeşlerimize sahip çıkmamızı.
Neresinden tutmuşuz bu isteklerin, halkanın neresine dahil olmuşuz, bir düşünelim!