İnsanlar, yavaş yavaş eşya biriktirerek, bir yuva yaparlar kendilerine. Yıllar geçse de kullanılmayacak masa örtüleri, kumaş parçaları, yemek takımları, hediyeler, giysiler, eskiyenler ve eskimeyenlerle… Yeni bir resimle sayısı gittikçe artan kitaplarla, dağılmasınlar diye kâğıtların üstüne konulan acayip biçimli bir taşla, unutulmuş bir nedenden ötürü, unutulmuş bir tatil gezisi sırasında satın alınmış bir kül tablası, biblolar gibi eşyalarla kurarlar yuvalarını. Oysa eşyadan önce muhabbetle, eşyadan önce sevgi ve merhametle, eşyadan önce anlayışla yuva kurmak gerekiyor.
Abartıyla yaşadığımız hislerimiz, bir süre sonra zehre dönüşüyor ve ruhlarımızı çürütüyor. Yine aynı insanlar; sabırlı, sükûn veren bir hüzünden ziyade, mutsuzluklarına bağlı yaşamayı seviyorlar.
Sevginin, karşımızdaki insanı anlama isteği olduğunu biliyorum. Yine, insan, karşısındakini anlamaya anlamaya, bu isteğinin azaldığını, sevginin, acı veren bir sevecenliğe, zoraki bir bağlılığa hatta acıma duygusuna dönüştüğünü de biliyorum. İki insanın birbirini aynı kuvvetle, aynı şefkatle sevmesi gerekmiyor. Önce ben değil, birbirimizi mutlu kılmak için var olmalıyız. Deniz olanın dereye küsmesi komik değil midir? Gelinen noktada; az sevilen buna mukabil haddinden fazla sevenlere mahsus o içler acısı, müdafaasız, acınası bir hal oluşuyor. Silahlı bir dostluktan başka bir şey değil bu!
Fedakârlık aradan çekilince, sevgimiz pazarlık unsuruna dönüşüyor. Nefsimiz diretiyor; geri adım atmak yok; haklı ve baskın çıkmak isteği; dizginsiz bir at, koştukça koşuyoruz. Her tartışmada, budalalığımıza yeni kılıflar giydiriyoruz. Sabırsızlığımız, silah gibi, çekincede ateş ediyoruz!
Öfkesini, sinirini, hışmını kusmak için diline geleni söyledikten sonra, sözde merhamet cümleleri kuranlar, cuma günü Hz. İsa’ya hayran olup, Pazar günü Onu çarmıha gerenlerden farklı değillerdir.
Bak ne anlatacağım: Adam, nadir ve son derece pahalı bir lale satın aldı. Güya bu çiçek aylarca solmadan duracaktı. Fakat lale hemen soluverdi. Bunun üzerine köşedeki sokak çiçekçisine gidip bir sardunya aldı. Bunu pencerenin içine yerleştirdikten sonra da her sabah çiçeğe günaydın dedi. Çiçek bütün yaz boyu açtı durdu.
Hocam; “Yapıcı olun, çözüm üretin, kolaylaştırın… Üzülmek için ömrünüzün sonuna kadar vaktiniz var”, derdi.
Hislerimizin asıl dili kelimeler değil merhamettir.