Hikmet Nedir? Bizim Dünyamızda Yeri Var mı?

Mehmet Toker
İnsanı, diğer varlıklardan farklı kılan en önemli özelliği, akledebilmesi, düşünebilmesi, düşünce üretebilmesidir. Akıl, bize eşyanın tabiatını kavramamızı, hadisâtın mahiyetini anlamamızı sağlar. Akıl, insanı bir sığırdan, bir davardan ayıran, Allah vergisi bir meleke ve kabiliyettir. Bu melekeden mahrum olan insanlar, sorumlu, mükellef kimseler değildir. Eğer, insan olarak aklımız var ise, hem kendimize karşı, hem kainatın yatarıcısına karşı, hem de diğer bütün insanlığa karşı sorumluluklarımız da var demektir.
                                               
Aklın, doğru bilgiyle beslenmesi, doğru bilgi ile beslenen aklın hadisâtın illetini, sebebini,mahiyetini, neticesini düşünerek karar vermesini, hareket etmesini ilk dönem İslam düşünürleri "Hikmet" kavramı ile  tanımlamışlar. Hikmet kelimesi, çok geniş manaları olan ve felsefe ve dini düşünce alanında kullanılan temel kavramlardan bir tanesidir. Ayrıca; kelam, fıkıh ve tasavvuf disiplinlerinde kazanmış olduğu ıstılahî manalar ile bu alanlarda da  kavramlaşan  bir kelimedir.  Dikkatimizi çeken,  Kur'an-ı Kerim'de, Hz İbrahim'in duasına yer verilirken, Şuara Sûresi 83. Ayet-i Kerime'de Hz İbrahim, Allah'a, "Rabbim bana "Hikmet" ver!" diye dua ediyor. Razi, tefsirinde Ayet-i Kerime'deki "hüküm" kelimesi nazarî hikmete ve devamındaki "beni salih kimseler arasına kat!" ifadesi de ameli hikmete delalet etmektedir, diye yorumluyor.  Nazarî hikmet, Bakara Sûresinde 369. Ayet-i Kerime'deki "Hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse ona çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünürler." ve   yine Bakara Sûresi 213. ayetteki "Onlara kitabı ve hikmeti öğretir." ifadesi ile beraber değerlendirildiğinde "hikmet" kelimesi, üzerinde durmamız, düşünmemiz gereken ve bugün belki de mü'minler olarak eksikliğini hissedemediğimiz en önemli melekelerden bir tanesi olarak karşımıza çıkıyor.
 
Hikmeti, gerek Hz. İbrahim'in duasında, Allah'tan talep ettiği manada, gerek diğer iki Ayet-i Kerime'deki ifade edilen manada olsun; hadisâtın illetini, sebebini, mahiyetini, neticesini, sahih-gerçek bir şekilde kavrayabilmek, anlamak ve bu doğrultuda, bu kavrayış ve anlayışla hüküm vermek, yargıda bulunmak olarak tanımlayabiliriz. Bu manaları düşündüğümüzde, günümüz İslam dünyası ve hassaten ülkemizde yaşayan Müslümanlar olarak hikmeti kaybettiğimizi söyleyebiliriz. Çünkü başta da söylediğimiz gibi akıl, doğru bilgi ile beslenmez ise salt akıl, insanın hayatiyetini devam ettirebilmesi için lazım olan, biyolojik ihtiyaçları karşılamasının ötesine geçemeyebilir. Doğru bilgiyi, insan ancak bilgi edinme yollarını doğru kullanıp, okuyarak, araştırarak, anlayarak, düşünerek kazanabilir. Doğru bilgi (vahyin bilgisi) ile beslediği akıl, bu bilginin mahiyeti, illeti, sebebi, neticesi üzerine etraflıca düşünüp, düşüncesini fiiliyata geçirdiği zamanda, hikmetli bir davranışta bulunmuş olur. İsabetli yorum doğrultusunda gerçekleştirilen fiil; hakim bir insanın fiilidir. Başkalarının emir, telkin ve yönlendirmeleri ile hareket eden, kendisine verilen rolü oynayan, aklını kiraya vermiş, iradesine ipotek koydurmuş, kulağına fısıldananı konuşan insan, hikmeti kaybetmiş mahkum insandır.
 
Dilimizde de kullandığımız Hâkim(yargıç), hakîm(filozof), hekim(tabib-doktor) kelimeleri "hikmet" kelimesi ile aynı kökten, "hükm" mastarından türemiş olan kelimelerdir. İslam düşünce literatüründe filozoflar, varlığın bilgisi üzerine düşünüp, yeni düşünceler ortaya koyduğu, varlığın mahiyetini, niteliğini, mantık kuralları içerisinde akıl yürütme ile ortaya koyduğundan dolayı hakîm diye isimlendirilmiştir. Tabiblere de, hastalığın sebebini, illetini bilip, teşhis koyup, o hastalığı bertaraf etme yollarını araştırıp, neticede tedavi ettiğinden dolayı  hekim denilmiştir. Mahkemedeki yargıçlara da, vukuu  bulan hadisâtın, sebebini, sonucunu araştırıp, kanunlara uygun olarak, adaletli bir şekilde yargıda bulunup, hüküm ortaya koyduğundan dolayı hâkim denilmiştir.
 
Hikmet, ihtiva ettiği tüm bu manaları ile birlikte  müminin yitik malıdır. O yitik malın, artık bugün müminler tarafından tamamen yitirildiğini, zayii edildiğini görüyoruz. Zira okumaya, düşünmeye, araştırmaya, şahit olduğumuz hadisâtın illetini, sebebini, niteliğini, neticesini araştırmaya vakit ayırmıyor, zaman bulamıyoruz. İçerisinde yaşamış olduğumuz pop kültür, bizleri öyle bir hale getirdi ki; artık her birimiz dalından kopmuş, rüzgarın önünde savrulan, kurumuş yapraklara döndük. Algı yönetimi ile önümüze sunulan her türlü jelatinli bilgiye balıklama atlıyoruz. Her türlü, süslü, janjanlı zokayı gözü kapalı yutuyoruz. Yeni bir gelişme ile karşı karşıya kaldığımız zaman, ya "mal bulmuş mağribi" gibi ne yapacağını şaşırıyor, "ipten boşanmış dana" gibi hoplayıp, zıplayıp, sağa-sola saldırıyor veya tam tersi "gözüne far tutulmuş tavşan" gibi donup kalıyoruz. Uzun lafın kısası, biz hikmeti kaybettik. Hikmeti kaybettiğimizden dolayı ferâsetimiz, basiretimizde kalmadı. Hikmet, ferâset ve basiretin olmadığı yerde hamâset, cehâlet, esâret söz sahibi oldu, düşüncelerimiz sığlaştı. İlmi, vicdani, felsefi, ahlâki, insani derinliğimizi kaybettik. İyi niyetimiz, iyiye niyetimiz, niyetlendiğimiz neticeleri ortaya çıkarmadığı gibi hatta mezii kaybetmemize sebep oldu. Çünkü bilgi olmadan, hikmet olmadan iyi niyet; her zaman için iyi netice vermiyor. Genellikle yanlış neticeler ortaya çıkarabiliyor.
 
Ekonomi alanında ülke ekonomisini düzeltmek için iyi niyetle va'z edilen bazı kanun ve düzenlemeler; toplumumuzun harcı, kültürü, mayası olan, İslam hukuku açısından faiz midir, caiz midir? dengesini düşünülmeden, sadece salt ekonomik kaygılarla çıkarıldığından dolayı, Müslümanların sekülerleşmesinde çok ciddi anlamda ivme kazandırdı. Paramız arttı belki, ama bereketi kaybettik. Maddî refahımız arttı belki, ama manevi rehavete kapıldık. Kimlerin ne niyetle hazırladığı araştırılmadan, kadının haklarını koruyacağız gibi birtakım süslü, jelatinli, janjanlı cümlelerle çıkarılan 6284 sayılı kanun ve akabinde Modern Dünyaya -yaniVahşi Batıya-  şirin görüneceğiz telaşıyla imzaladığımız "İstanbul Sözleşmesi" isimli ne idüğü belirsiz garabet, maalesef bugün aileyi paramparça etmeye, ahlakı bozmaya, boşanmayı yaygın bir model olarak yaygınlaştırmaya, cinsiyetsiz ve ailesiz toplum anlayışının değirmenine su taşımaya devam ediyor. Bu yıl 15 Temmuz'un  yıldönümünde şarkıcı Sıla'ya konser verdirme girişimi, "Gençlere ilham veren gençler" ödüllerinde bu yıl Aleyna Tilki'ye ödül vermeye niyetlenilmesi, basiretsizliğimizin, ferasetsizliğimizin bir yansıması olarak ortaya çıkıyor.  Müslümanları, inançsızlardan farklı kılan, Müslümanın hikmet arayışı ve hadiselere, ferâset ve basiret ile bakabilmesidir. Hikmeti kaybetmek, mutlak  hâkim, hakîm, hekim olan yaratıcı ile irtibatı kaybetmek demektir. Yaratıcısı ile irtibatını kaybeden  insan, her rüzgara, her cereyana kapılıp, savrulmaya mahkumdur. Bugün, eski çamların bardak olup, İngiltere ve Amerika'daki siyonist düşünce kuruluşlarının tezleri doğrultusunda savrulmalarının sebebi, hikmeti kaybedip, hâkim olmaktan vazgeçip, kendilerini azledip mahkum olmalarından dolayıdır.
 
Hikmeti kazanır, hakim olursak; tek başımıza da kalsak ümmet olabiliriz. Ama hikmeti kaybedersek, hükmümüzü yitirir, mahkum oluruz. Çözüm Hz. İbrahim'in duasını anlamaktan, Hz. İbrahim'in mücadelesini vermekten geçiyor. "Kime hikmet verilmişse ona çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünürler." Düşünmek, neticesi rahmet olan zahmetli bir faaliyettir. "Ey Rabbim! Bana bir hikmet bahşet ve beni salih kimseler arasına kat."