Ülke ekonomilerinin yönetiminin önemi, günümüzde gittikçe artmaktadır. Ülkeler arasındaki coğrafi uzaklıklar değişmemesine rağmen, küreselleşme olgusuyla ulaşım ve etkileşim açısından büyük bir köy haline gelen ve her konuda ancak bir kol mesafesi kadar küçülen, dünya koşullarını yaşıyoruz. Böyle olmasaydı, dünyayı “Irak kimyasal silah üretiyor” yalanıyla kandırıp, yakıp yıkıp bombalayıp, binlerce masum kadın, çocuk katledilmezdi yada Yemen ve Sudan, sudan sebeplerle taciz edilmez, iç savaş çıkartılmazdı. Yaklaşık yirmi yıl içinde meydana gelen batılı ülkelerin vandalizmine dair örnekler, tarihin fazla değil biraz daha gerisine gidildiğinde Fransızların Cezayir, Ruanda katliamları, ABD’nin Kızılderili soykırımı, İngilizlerin XIX. yüzyıldaki 255 bin ile 670 bin arasında zikredilen aborjin katliamı gibi, çoğaltılabilir. Şu an ise binlerce kilometre uzaktaki ABD’nin Orta Doğu’da hiçbir işinin olmaması gerekirdi. Yine çağdaş, modern, insan hakları konusunda dünyanın en medeni ülkeleri olarak lanse edilen batılı ülkelerin, Birleşmiş Milletler veya NATO gibi uluslararası boyutta etki gücüne sahip organların açıkça belirtilen kararlarına rağmen tersine, ülkemizin sınır güvenliğini sağlamak adına gerçekleştirdiği harekâtı başarısızlığa uğratmak için terör örgütleriyle kol kola girmemesi gerekirdi. Normali bu olan beklenti bir yana, söz konusu batılı ülkeler, terör örgütlerini dışlamak bir yana daha da ilişkilerini derinleştirmekten çekinmemektedir.
Batılı ülkelerin takip ettiği politikaların mantığı ve ulaşmak istedikleri sonuç açıkça ortadadır. Dünyanın efendisi ve tüm kaynaklarının kendi halklarının geleceğini garanti altına alma adına sahipleri olduğunu düşünmeleri ve bunu elde etmek için de her türlü söylem ve eylemi yapma hakkını görme sapkınlıklarıdır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD ile İngiltere’nin öncülüğünde kurulan iktisadi (IMF, WB), sosyal (UNESCO, UNICEF) ve uluslararası güvenliğin sağlanması (EU, NATO) adına kurulan gibi organlarla, zaten alt yapısı dizayn edilmişti. Rusya’nın sosyalist ekonomi sisteminden çıkarak nispeten serbest ekonomi yapısına uyum gösterme çabalarında beklenenden önce uyum göstermesi, başını Çin’in çektiği bazı gelişmekte olan ülkelerin hızla kalkınma aşamasını tamamlayıp sahip oldukları doğal kaynakları ara mal ve mal haline dönüştürüp dünya pazarlarına ihraç ederek istikrarlı iktisadi büyümeyi yakalamaları, batılı ülkelerin hesaplarına ulaşmalarında önüne çıkan beklenmedik gelişmelerdi. Bu durumun önüne geçmek için önceden kurdukları kurumların etkisini artırmak amacıyla ABD sermayesiyle ve objektif oldukları sosuyla, dünyaya pazarlanan Moody’s, Fitch ve Standard and Poors (S&P) uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları aracılığıyla ülke ekonomilerini değerlendirip puanlandırmaya başladılar. Ancak kısa bir süre geçtikten sonra, bunlarında İkinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle dünyayı parselleme amaçlı kurdukları kurumlardan farkları olmadığı anlaşıldı. ABD, Almanya ve İngiltere üçlüsünün çıkarlarına göre ülkelere puanlar verilerek kendilerine ekonomik, siyasi, sosyal ve son çare olarak askeri alan oluşturma çabasına düşen uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye ekonomisi için verdikleri puanlar, yorumlar ve kararları incelendiğinde, objektif kriterlerden ne kadar uzaklaştıkları hemen anlaşıldı. Ekonomisi batan, AB ülkelerinin ve özellikle Almanya’nın himmetiyle nefes almaya çalışan Yunanistan ile, 2017 yılında %7,4 ile dünyada Kuzey İrlanda’dan sonra ikinci en büyük büyüme oranına ulaşan, sınır dışı askeri harekata ve hemen her konuda yapılan spekülatif saldırılara rağmen yapısal sorunlarını çözmede ciddi mesafe kat eden Türkiye için, yatırım yapılamaz anlamına gelen değerler vermeleri, niyetlerinin üzüm yemek olmadığını açıkça göstermektedir. Batılıların bu vakitten sonra amaçlarından vazgeçecekleri düşünülemeyeceğine, kendi amaçlarına ulaşmak için legal - illegal her türlü atraksiyonu, hem de demokrasi ve insanların mutluluğu adına yapmaktan çekinmeyeceklerine göre Türkiye olarak takip etmemiz gereken yol bellidir. Günlük, haftalık, geçici ekonomik başarılara bel bağlamak yerine, kısır iç çekişmelere dayanan sis bulutunu dağıtıp, kısa vadeli sonuç veren reform paketleri açma kolaycılığını terk edip, güçlü toplumsal taban desteğini arkasına alan, eğitim ve bilime dayanan politikalar üretmeliyiz. Bizim hesabımızda bu olmalıdır. Yoksa yıllar sonra bile, gelişmekte olan ülkeler arasında kalıp patinaj yapmaya, orta gelir tuzağından nasıl kurtuluruz tartışmalarıyla zaman kaybetmeye devam ederiz. Şu da bir gerçek ki, zamanın ikamesi sıfırdır.
Soru: İstikrarlı bir ekonomide sık sık reform paketleri açılır mı? Neden?
Sözün Gözü: Ayakların baş, başların ayak olduğu sistem batsın.