HERKES İÇİN DAHA ZOR YILLARA DOĞRU

Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

Eğrisiyle doğrusuyla, eksiğiyle fazlasıyla 2016 yılının sonuna gelindi. Kuşbakışıyla 2016 yılına iktisadi, siyasi, sosyal ve jeopolitik gelişmelere dünya ve ülkemiz ölçeğinde bakıldığında, ağırlıklı bir şekilde olumlu geçtiği söylenemez. Global ekonominin büyümesindeki yavaşlamanın önüne geçilememesi, tüm ülkelerin çektiği sıkıntıların temelini meydana getirmektedir. Özellikle gelişmiş ülkelerin yaşadığı iktisadi stagnasyon ikliminden kendilerini kurtaramamaları ve ekonomilerin ahtapot gibi küreselleşme etkisiyle (impact of globalization/effect of globalization) birbirine kenetlenmesi sonucu ekonomilerin yavaşlaması, tüm ülkeler için kaçamayacakları bir son oldu. Bu konuda AB başta olmak üzere Japonya, başı çeken ülkelerdendir. ECB tarafından aylık 60 milyar euro olan piyasaya sürülen para enjeksiyonunun 80 milyar euroya çıkarılmasına rağmen % 2 enflasyon oranına ulaşılmasında ve işsizliğin kalıcı olarak makul düzeye (% 3) indirilmesinde başarı sağlanamaması, AB’nin  özellikle de Eurozone ülkelerinin, - Japonya’nın da - durgunluk zincirini kıramamalarına yol açtı. Henüz gelişmiş ülkeler ligine yükselememiş, ancak ABD’den sonra en büyük GSYH’ya sahip ikinci ülke olan Çin’in, birkaç yıl öncesinde adeta kendisiyle özdeşleşen %10’luk büyüme oranı düzeyinden % 6’lara düşmesi nedeniyle, ithal gücünün ticaret yaptığı ülkelerin gelirlerini azaltmasıdır. Dünya ekonomi ticaretinin önemli kısmını meydana getiren söz konusu ülkelerdeki ekonomik durgunluk, toplam dış talep hacmini düşürüp, ithalat kapasitelerinin azalması yanı sıra ticaret yaptıkları ülkelerinde ihracat kapasitelerini düşürerek, olumsuz etkilenmesi sonucunu doğurmaktadır. Su dolu havuza atılan taşın oluşturduğu dalgaların yayılması gibi, dış talep azalmasıyla başlayan üretimin yavaşlaması, ilk önce ihracat odaklı sektörlerde kendini göstermekte ve daha sonra tüm ekonomiye yayılarak işsizliğin kalıcı olarak yerleşmesine neden olmaktadır.

          Gelişmiş ülke ekonomilerindeki büyümenin istenen düzeye gelememesi yanında siyasi ve jeopolitik risklerin yükselmesi, 2016 yılının zor geçmesine yol açan bir diğer unsur olmuştur. ABD’de yapılan başkanlık seçimlerini Trump’ın sürpriz bir şekilde kazanması, dünya genelinde gelecek adına kuşkuyla karşılanmıştır. Seçim çalışmaları sırasında ekonomik (ABD ekonomisinin içe dönük konuma getirileceği vb.) ve siyasi açıdan (Meksika ve Müslümanlarla ilgili ortaya attığı görüşler vb.) marjinal nitelikteki söylemleri, bu endişelerin oluşmasındaki başlıca faktördür. Söz konusu söylemleri uygulamaya konulması Trump ve ABD başta olmak üzere tüm dünyanın yıllarca başını ağrıtmaya yeter de artar bile.

          Geçtiğimiz yılda ortaya çıkan bir diğer olumsuz gelişme ise, başta ABD ile Almanya, İngiltere, Fransa gibi gelişmiş AB ülkelerinin başını çektiği ülkelerin, zengin emtia kaynaklarının bulunduğu yerlerde (Orta Doğu, Afrika vb.) kendi çıkar hesapları adına terör örgülerini açıkça ve pişkince desteklemeleridir. Ülkemiz gibi bir iki ülkenin, hem kendi hem de bölgenin siyasi ve iktisadi istikrarının sağlanması için yaptığı diplomatik girişimlere de pervasızca duyarsız kalınması, ayrı bir trajedidir. Şu ana kadarki uluslararası diplomatik ve askeri gelişmeler, konunun çözümünün sağlanmasından ziyade daha da kötüye gittiği yönündedir. Tabi ki bu durumun yansıması, bumerang misali yine bölge ekonomileri öncelikli olmak kaydıyla, bir çok ülkenin ekonomisinin kötüye gitmesine yol açacaktır. Brexit etkisinin, AB ve global ekonomiyi ne yönde ve boyutta sarsacağı da, önemli ve belirsiz bir değişken olarak karşımızda durmaktadır.  

          Gelişmekte olan ülkeler için de 2016 yılının pek parlak geçtiği söylenemez. Genel olarak bu gruptaki ülkeler, reel ekonomiye dayanan yapısal sorunlarını uzun dönemde sonuç verecek şekilde çözülmesi yerine, finansal araçların manipülasyonlarıyla kısa vadeli, geçici ve seçim kazanma amaçlı politikaları uygulamaya koyup sorunları öteleyerek, sadece zaman kazanmayı tercih ettiler. Buna benzer politikaların artık geleceğinin olamayacağı, Aralık ayındaki FED’in 25 baz puanlık faiz artırımına geçmesi kararıyla birlikte, 2017 yılında üç kez artırıma gidebileceğini açıklamasıyla son bulacağı, açıkça ortaya çıktı.

          Yukarıda sıralanan maddeler gelişmiş ve gelişme yolundaki ülkelerle birlikte Türkiye’yi iktisadi, siyasi ve sosyal açıdan kapsayan genel faktörlerdir. Ülkemiz için bunlar üzerine ilave edilecek hoş olmayan durumlar olarak, yakalandığımız orta gelir tuzağından kurtulma adına eğitim başta olmak üzere radikal politikalar ortaya koyulamaması, potansiyel büyümeyi (%5) sağlayacak düzeyin altında kalınması, siyasi restleşmenin bu zamana kadar hiç olmadığı kadar sertleşmesi, güneyimizde Suriye kaynaklı savaş ve terör kaynaklı çatışma ortamının yayılacağı görüşünün hakim olması ve bu durumun girişimcilerin geleceğe yönelik olumlu beklentilerini törpüleyerek yerli ve yabancı sabit yatırımların önünü tıkaması gibi unsurların genel sonucu olarak, güvensizlik ve belirsizlik ortamının toplumun tüm katmanlarına yayılmasıdır. Bundan dolayı her biri çok önemli olarak lanse edilen reform ve teşvik paketlerinden, üretim ve istihdamın artırılmasına yönelik beklenen sonuçlar alınamamaktadır.

          Kaos ikliminde insanlar tasarruflarını altın, konvertibl paralar, gayri menkul gibi çarpan etkisi düşük alanlarda değerlendirmeyi tercih ettiklerinden, büyümenin lokomotifi olan üretim ekonomisi gelişememektedir. Ülkemiz ve küresel ekonominin büyümesinin temel şartı, her alanda güven ortamının tesis edilmesidir. Güven sağlanmazsa hiçbir ülke istikrarı yakalayamaz ve bundan tüm ülkeler zararlı çıkar.

          Soru: Ekonomide finansal sektörün baskın hale gelmesi iyiye işaret midir? Neden? 

          Sözün Gözü:Kişi fizikiyle değil, karakteriyle değerlendirilir.