Kavramlarımızı, deyimlerimizi, iyi dileklerimizi gündelik siyasete kurban etmekten nedense bir türlü vazgeçemedik. Referandum döneminde hayır dememek için bütün hayırlı işlerden uzak durulmuş, yaşlı-başlı adamlar günaydın, iyi günler falan demeye başlamıştı. Şimdi sıra her şey güzel olacağa geldi. Tabii bir de buna karşılık ortaya daha güzel olacak tabiri çıkarıldı. Her şeyin güzel mi olacağını yoksa daha mı güzel olacağını görmemize yaklaşık bir ay var. İşimiz ne ki bekleriz…
2018’in ilk altı ayı seçimler öne mi alınacak, seçimler yapıldı falanla geçmişti. Daha sonra yeni sistem, yeni bakanlar, uyum süreci, sistemin aksayan yanları falan derken yıl bitti. Bu yılında yaklaşık dört ayı yerel seçim süreciyle geride kaldı, İstanbul seçimiyle bu süreç yine ortalama altı ayı bulacak. Çok kıymetli zamanı öldürüp, seçimden sonra diye geçiştiriyoruz. Bu süreçte yaşanılan belirsizlik ortamı ise ekonomide görüldüğü gibi vatandaşın sırtına ekstra yük bindirmekten başka bir işe yaramıyor. Bir an önce seçim sürecini tamamlayıp, gerçekten önümüze bakmalıyız. Yoksa vatandaş ahlâksız esnafın elinde oyuncak olmaya devam edecek…
Şimdi sanatçıları paylaşmaya başladık, her şey güzel olacak diyenlerle, daha güzel olacak diyenler diye. Bu işin bir mantığı yok, tamamen saçmalık. Dün bir kısım sanatçı askere moral olsun diye sınır ötesinde ziyarete gidince en hafif tabirle “hükümet yalakası” diye yaftalanırken, bugün benzer sanatçıların cesur olmaları, seslerini yükseltmeleri isteniyor. Diğer taraftan sırf karşı kampanyayı destekliyor diye yıllardır dinlediğimiz, filmlerini izlediğimiz insanları bırakmamız, bir şekilde kulp takıp, kötülememiz bekleniyor. Kimse kusura bakmasın, sıcak gündemin gazıyla, gerçekten işini hakkıyla yapan sanatçıları çöpe atamayız, kimseye hakaret etmediği, terörü desteklemediği sürece her sanatçı istediği siyasetçiyi destekleyebilir.
Yıllardır kültürel iktidar meselesi tartışılıyor. 17 yıllık AK Parti dönemine rağmen, kültürel olarak iktidara gelinemedi, edebiyat, sanat dünyası, TV’si sineması hep diğer tarafın egemenliğinde kaldı. Bu tarz meseleler üzerine yazı yazanlar hep geçiştirildi, hayatın merkezinde sadece ekonomi, iç-dış politika varmış gibi hareket edilerek, kültür-sanat dünyası sürekli ötelendi. Bunun sonucunda ortaya böyle bir tablonun çıkması da gayet normal. Her şey güzel olacak diyen ekibin popülerliğine, yaptığı işlere, sosyal medyadaki takipçi sayılarına bakın, bir de daha güzel olacak diyenlere. Ne demek istediğimi anlarsınız… Genç seçmen doğal olarak popüler olandan etkileniyor…
Yeni Şafak’ta İbrahim Tenekeci geçenlerde bu konuyla alâkalı şu satırları yazmıştı; “Bir de meselenin diğer yüzü var. AK Parti’nin yazan, düşünen, fikir üreten isimleri ve mecraları ihmal ettiği, bundan dolayı ciddi bir destek kaybı yaşadığı ortadadır. Bir sinema filmine bir buçuk milyon lira ödenek ayırıp da edebiyat dergilerinin kütüphanelere alımını tırpanlamak gibi garipliklerden bahsediyoruz.” AK Parti’nin, muhafazakâr düşüncenin isimlerinden uzaklaşıp, siyaseten kendini sağ olarak tanımlayan, geçmişteki ANAP çizgisine yakın insanların siyaseten ön plana çıkardığını ifade eden Tenekeci şöyle devam ediyor; “Özetle: Onca insanın çabasını ve fedakârlığını sağ zihniyete teslim etmek iyi sonuçlar doğurmaz. Mevcut bakanlar kuruluna bir de bu gözle bakmak gerekiyor. Sağ ve sığ, bizim için aynı anlama gelir. Sağcılık, özünde, sola yaranmayı barındırır. 31 Mart seçimlerine ve sonrasında yaşananlara edebiyat ve fikriyat dünyası büyük ölçüde kayıtsız kaldı. Neden? Sorunun cevaplarından biri, işte bu yazdığımızdır.”
Söylenecek çok fazla bir şey yok. Biz her şeyin nasıl olacağını tartışırken hayatta akmaya devam ediyor. Ne ekonomi, ne de bölgesel sıkıntılarımızda elle tutulur gelişmeler kat edemiyoruz. Sonrasında olayların neden, niçin böyle olduğunu düşünmekte geleceğe yönelik sağlam adımlar atamıyoruz. Gündelik kakofoninin içinde bocalayıp duruyoruz.