İnsanlığın varoluşu ile beraber sahip olmuş olduğumuz iki temel kavram var. İyilik ve kötülük. Kur'an-ı Kerim'in anlatımında, Allah Celle Celalühü ilk insanı yaratma iradesini ifade ettiği zaman, meleklerin karşı çıkmasının temel sebeplerinden bir tanesi insan fıtrafındaki kötülük duygusunun ağır basacağı ve bu duygunun yeryüzünde ortaya çıkaracağı kan dökme, adam öldürme gibi bir takım sonuçları idi. İnsanın yaratılması ile beraber şeytanın, ilk insana secde etmemesi Yaratıcının değerlendirmesinde kötülüğün farklı bir göstergesi, farklı bir boyutta ortaya çıkmasıydı.
İnsanlık tarihi boyunca dünya üzerindeki bütün savaşların, bütün çatışmaların, bütün çelişkilerin temelde dayanmış olduğu temel iki kavram yine iyilik ve kötülük kavramlarıydı. Bir şeyin iyi veya kötü olduğunu belirleyen asli unsur, toplumun ya da toplumun düşünce yapısını oluşturan düşünce biçimi, hayata yaklaşımı, ortak akıl, hakim siyasal güç olmakla beraber, en önemlisi güçlüsü ve belirleyicisi toplumun inanmış olduğu dinin koymuş olduğu ahlaki prensipler idi. Ahlaki prensiplere uyan davranışlar, iyi olarak; dinin yasaklamış olduğu, kerih gördüğü fiiller ve davranışlarda kötü olarak genel anlamda toplumda karşılık görüyordu.
İnsanın yeryüzündeki var olma serüveni ile beraber başlayan peygamberlik ve peygamberlerin getirmiş olduğu dinler iyilik ile kötülüğün mücadelesini temel alan ve toplumun iyiliğe sevk edilmesinin, iyiliğin yer yüzünde hakim kılınmasının mücadelesiydi. Plato'nun Devlet'inden, Farabi'nin Medinetü'l Fazıla'sına, Machiavelli'nin Hükümdar'ından, George Orwell'in Hayvan Çiftliği'ne kadar filozofların, düşünürlerin üzerine durduğu, beyin yorduğu husus, mutlak iyiye, iyi topluma ulaşma düşüncesiydi. Mutlak iyilik peşinde ki mücadele bugün de devam ediyor. Ama tarihin hiçbir döneminde, belki de günümüzde olduğu kadar, doğrularla yanlışlar yer değiştirmiş, iyilerle kötüler toplum nezdinde itibar farklılığına uğramış değildir. Zira iyilik ve kötülük temel olarak soyut iki kavramdır. Bu soyut kavramları somut dünyaya aktaran mefhum, insanın yapmış olduğu fiil ve davranışların, içtimai ve örfi sahada kabul görüp görmemesi, itibar edilip edilmemesi ve nelerin iyi, nelerin kötü olduğu hususundaki kabullenmelerdir.
Son dönemlerde baktığımız zaman genel olarak dünya üzerinde insanlığın tamamında, bunun bir yansıması olarak da özelde Türkiye toplumunda ciddi anlamda bir anlam kayması, kavramların genetiğiyle oynanarak bir sapma ve kırılma olduğunu görüyoruz. İnsani değerler düzeyinde de Türkiye toplumu bu sapma ve kırılmanın neticesi olarak büyük bir uçuruma doğru hızla sürüklemekte. Bu kırılma ve sapmanın temel nedeni algı yönetimi dediğimiz ve daha önceki yazılarımızda da dile getirdiğimiz toplumu yönlendirme ve yönetebilme silahının aktif şekilde kötüler tarafından, kötülüğün temsilcileri tarafından kullanılmasıdır. Şayet bu durumu görmezden gelir kötülükle, kötülerle mücadeleyi bırakır daha doğrusu iyi'nin ve kötünün ne olduğu konusunda temel ahlâki duruşumuzu kaybedersek kötüler hep kazanmaya iyiler de hep kaybetmeye mahkum olacaktır.
Vatan topraklarını fütursuzca peşkeş çekenlerin kahraman; vatanı için dişini tırnağına takarak canı pahasına gece gündüz koşturanların vatan haini, kabul edildiği toplumlarda hep iyiler kaybedecektir.
Yalancıların, sahtekarların, düzenbazların el üstünde tutulduğu, gemisini yürüttüğü; doğru ve dürüst insanların ötekileştirildiği toplumda hep iyiler kaybedecektir.
Torpilin, adam kayırmanın; yetenek, kabiliyet ve liyakatın önüne geçtiği toplumlarda hep iyiler kaybedecektir.
Güçlerin haklı, hakların güçsüz olduğu toplumlarda hep iyiler kaybedecektir.
Paranın, ahlaki değerlerden önce geldiği, dünyalık çıkar ve menfaatlerin, insani erdemlerin önüne geçtiği toplumlarda hep iyiler kaybedecektir.
"Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!" anlayışının hakim düşünce biçimi haline getirildiği toplumlarda yılanlar kazanacak, hep iyiler kaybedecektir.
Titrlerin, ünvanların, makamların, şahsiyet ve kişiliğin önüne geçtiği, insanların kişilik ve şahsiyetleriyle değil makam ve ünvanları ile ön plana çıkıp, hüsn-ü kabul gördüğü toplumlarda hep iyiler kaybedecektir.
Sermayenin belirli kişilerin elinde toplandığı, zenginin daha zengin, fakirin daha fakir olduğu toplumlarda hep iyiler kaybedecektir.
İnsan onuruna aykırı lezbiyen, gay, biseksüel, homoseksüel, transeksüel tercihlerin onurlu yaşam biçimi olarak kabul gördüğü, onurun, namusun, fıtrata uygun yaşamanın gericilik, yobazlık, tutuculuk olarak kabul edildiği bir toplumda hep iyiler kaybedecektir.
İsrafın, savurganlığın, lüks peşinde koşmanın; kanaatin, tasarrufun önüne geçtiği toplumlarda hep iyiler kaybedecektir.
İstihdamda ehliyet ve liyakatın yerini tarafgirlik, torpil, adam kayırma, iltimasın aldığı toplumlarda hep iyiler kaybedecektir.
Puta tapıcılığın, heykel seviciliğin, ilim, iman ve aklın önüne geçti toplumlarda hep iyiler kaybedecektir.
Rüşvet ve dolandırıcılığın, alın terinin, el emeği, göz nurunun önüne geçtiği toplumlarda hep iyiler kaybedecektir.
Din istismarcılarının, goygoycuların, usûl, uslub bilmez lafazanların din adamı, alim sayıldığı gerçek alimlerin ve dininin adamlarının görmezden gelindiği itibar görmediği toplumlarda hep iyiler kaybedecektir.
Muhibbân-ı İngilizin, Siyonist yalakalarının, Avdetîlerin ve Mason artıklarının aydın, vatan aşığı, kültür elçisi evrensel değerlerin savunucusu sayıldığı, gerçek aydınların, ilim ve fikir adamlarının itibar görmediği toplumlarda hep iyiler kaybedecektir.
İşe adam değil, adama iş bulunan toplumlarda hep iyiler kaybedecektir.
Yalancıların, dolandırıcıların alkışlandığı, doğru söyleyenin doksan dokuz köyden kovulduğu toplumlarda hep iyiler kaybedecektir.
Bu liste böylece uzar gider. Peki kötüler hiç kaybetmez mi, kaybetmeyecek mi?
İyiler mücadeleyi bırakmadığı zaman, yer yüzünde hakkı ve hakikati hakim kılmayı hayatının birinci gayesi haline getirdiği zaman, kötüler kaybetmeye mahkumdur. İyiler hakkı hakikati yaşatma adına, fedakarlık ve îsâr duyguları içerisinde iyiliği hakim kılma anlayışını her şeyin önüne koyduğu zaman kötülük ve kötüler kaybetmeye mahkumdur.
Şunu da bilmemiz gerekiyor. İnsan yetiştirmek bir zanaattır. Ama iyi insan yetiştirmek bir sanattır. Zanaatımızı sanatımızla süslediğimiz de kötüler kaybetmeye mahkumdur. Bugün bizim mücadele vermemiz gereken asıl konu insanlarla, hadiselerle uğraşmaktan vazgeçip fikirler ile uğraşmak olmalıdır. Bu uğraşımızda, mücedelemizde de birinci görev; genetiği değiştirilmiş bütün kelime ve kavramları aslına yeniden döndürerek, insanların zihin dünyasını tamir ve tanzim etmek olmalı. Aksi halde havanda su dövmeye devam ederiz. Ve yapmış olduğumuz bu beyhude işin bir mücadele olduğu zannıyla ancak vakit kaybeder, avunur, ömür tüketiriz. Kötülerin güçlü gibi görünmesi iyilerin mücadeleyi bırakması sebebiyledir. Kötülerin sesinin çok çıkması iyilerin ses çıkarmamasından kaynaklanmaktadır. Şu gerçeği de gözden ırak etmemiz gerekir ki inşa, ihya ve tamir her zaman için çok daha zor, imha ve tahrip her zaman için çok daha kolaydır. İyi insan daima ihya ve tamiri seçen, kötü insan ise imha ve tahrip etmek için çalışan kimsedir. Son söz şunu ifade etmek gerekir ki yukarıdaki listelemiş olduğumuz tablo karamsarlığa sebep olmasın. Kavramların genetiği ile oynandığı toplumlarda iyiler hep kaybeder ama her kaybediş bir anlamda yeni bir tecrübe ve yeni bir mücadelenin başlangıcıdır. Yeni bir dirilişin habercisidir. Kötüler bir kaybeder, pir kaybeder. Toplanması, toparlanması mümkün olmaz. Mücadele ve mücahede azmimizin, karamsarlığımıza galip gelmesi lazım ki; mağlubiyetlerimizi galibiyetlere, zaferlere doğru tebdil edelim. Ve safımızı daha doğru seçmek durumundayız. İyilerle olun, iyilikler ile kalın...