Bazen küser ilhamlar
Huysuzlanan bir at gibi
Ayakları yeri döver duyguların
Kimi zaman aşırı sıcaktan
Kimi zaman aniden bozan havadan
Şikâyet eder içerimde bir sıkıntı
İster şair kaprisi deyin
İster boş bir takıntı
Bazen hiçbir şey zevk vermez olur
Kuş sesleri, yağmur kokusu
Beyhude açmıştır çiçekler
Boşunadır denizlerin ışıltısı
Kitaplar avutmaz insanın gönlünü
Tolstoy susar, Balzac boynunu büker
Göğe bakmak bile gelmez içimden
Bütün ağaçlarım yaprak döker
Bazen çıldırır denizler
Köpük köpük karaya vurur umutlar
Güz güneşi gibi solgunlaşır hisler
İçimde bir insan üşür
Sarıp sarmalayamam
Onunla birlikte ben de üşürüm
O dörtnala yol alırken yüreğimde
Ben bir ağaca, bir kayalığa dönüşürüm
Bazen bir şiirin başında kalırım
Bir kuyuya düşmüş gibi
Yusufça dualara muhtaç hissederim
Kimsesizlerin kimsesine açarım ellerimi
Af isterim günahlarıma
İki gözüm iki çeşme ağlarım
Onun verdiği sabır olmasa
Günü güne bilmem nasıl bağlarım?
İnsanın dünyaya bakan yüzü hüzünlüdür çoğu zaman. Oysa tersi gibi düşünülür. Dünya, bir eğlence yeri gibi algılanır pek çoklarınca. O eğlence bitince açığa çıkar hüzün çoğu çoğu. Zira insan doyumsuzdur. Hiçbir haz, hiçbir oyun, hiçbir serüven doyuramaz bizleri. O yüzdendir ki gün ışığı, ay gölgesi ya da ağaç meyvesi bir süre sonra yaldızlarını döküyor, eskiyor ve tılsımını yitiriyor. Bu dünyanın hiçbir şeyi yetmiyor bize.
İnsan kalbi, mecazı da hakikati de hissediyor aslında. O yüzden geçici olanla oyalanmanın sisi çöküyor içimize. Yetmiyor yaşadığı şeyler. Hesaplayarak, kurgulayarak ya da planlayarak yaşamak insana göre değil sanki. Her hesap zamanın bereketini kaçırıyor, olayların sürprizini bozuyor ve günün sonunda ne olacağını bilmenin yeknesaklığı yoruyor. Oysa biz insanlar şaşırmak isteriz. Bizi hayretimiz diri tutar gönül ülkemizde.
Her şeyin yerli yerinde olduğu bir hayat insana göre değildir. Oysa günümüzde yaşadığımız hayat bizim ömrümüzü belli hatların içine alıp hapsediyor. Çocukluğumuz kısaltılıp okulla zapturapt altına alınıyoruz ilkin. Sonra uzunca bir eğitim hayatımız oluyor. Askerlik ve işe başlangıç derken ömrün neredeyse yarısı bitmiş oluyor. Evlilik gecikiyor, çocuk sahibi olmaya geç kalınıyor ve goncalığı yaşamadan solmaya yüz tutmuş güller gibi rengimiz kaçıyor, kokumuz azalıyor, hevesimiz tatmin edilemeden öylece duruyor içimizde. Ve bizler büyüyememiş çocuklar gibi dolaşıp duruyoruz yeryüzünde.
Çocukluğunu yaşayamayan çocuklar, evde annesinden, babasından uzak kalan çocuklar, asabi, hırçın çocuklar… Hedefine odaklanmış gençler, serseri mayın gibi gezinen gençler, iki arada bir derede kalmış gençler… Yaşlanmak istemeyen yaşlılar, evlatlarının gönlüne girememiş yaşlılar, yalnızlığa terk edilmiş yaşlılar… Hangi kategoride yer alırsa alsın bir cenderede sıkışıp kalmış insanlar…
Modern çağın verdiği görüntü hiç de iç açıcı değil. Çünkü başta belirttiğimiz gibi insanın dünyaya bakan yüzü hüzünlüdür. O yüzden insan kalbi inanmaya, güvenmeye ihtiyaç duyar. Peygamber bunun için gönderilmiş, Kur’an bunun için indirilmiştir. Bunun için çağırır ezan insanları günde beş vakit camilere. Gönlünü, ruhunu ihmal eden çağımız insanları olarak, yüzümüze hüznü reva görüp, bütün bu hakikatten kaçıyoruz adeta. Bu da bizim insanlığımızdan çalıyor, bizleri karikatürize ediyor. Büyüyemeyen çocuklar, gençliklerini yaşayamıyor ve genç kalmak için beyhude uğraşan yaşlılara dönüşüyor.
Buhranlarımız artıyor, psikolojimiz alt üst oluyor ve hayatın bütün değerlerini yanlış yorumluyoruz. Sevgi tarifimiz yanlış, aşk yorumumuz sakat, insani ilişkilerimiz defolu… Doğayla münasebetimiz, diğer canlılarla kurduğumuz ilişki hep abartılı, hep yapmacık… Ve hep hayatın doğasına aykırı… Bütün bu kaosun nedeni insanın iki türü olan kadınla erkeğin arasının açılmasından, cepheleşmesinden doğuyor. İnancı kuşanıp karşı cinsle olan bağımızı güçlendirmeliyiz artık.
Sevdalara hep açız
Doyalım gel beraber
Şu dünyada biz kaçız?
Sayalım gel beraber
Yüzün yürek besini
Senden aldım esini
Gönlümüzün sesini
Duyalım gel beraber
Karşıdan el ediyor
Ati umut güdüyor
Aşka davet ediyor
Uyalım gel beraber
Tehir edip solmayı
Düşünsek kam almayı
Bir kırmızı elmayı
Soyalım gel beraber
Vazgeç tüten dumandan
Sevgim olsun kumandan
Yalnız akan zamandan
Cayalım gel beraber
Unut gamlı dününü
Gün et gayrı gününü
Aşkımızın ününü
Yayalım gel beraber
Bir ev kurdum düşüne
Yalnızlığın işi ne?
Kapımızın dışına
Koyalım gel beraber
Bu yalnızlık çok günah
Bize doğsun her sabah
Mutluluğa bir nikah
Kıyalım gel beraber