Anadolu Ajansının yaptığı bir habere göre ebeveynlerin, çocuklarının etrafında pervane olmaları onların ileride özgüvensiz, kendi işini yapmakta zorlanan, kendini ifade edemeyen çocuklara dönüşmesine neden oluyormuş.
Yani ebeveynler her ne kadar çocuklarının iyiliğini istese de onlara en büyük kötülüğü kendileri yapıyormuş meğerse.
Helikopter ebeveyn tanımı ilk defa 1990’da Foster Cline ve Jim Fay tarafından ortaya atılmış olup, çocuğunun (veya çocuklarının) deneyim ve sorunlarıyla aşırı derecede ilgilenen ebeveynleri tanımlamak için kullanılmıştır.
Hayatta her zaman çocuklarınızın yanında olamazsınız. Siz, çocuğun etrafında helikopter gibi dönerseniz, her sıkıntısını her derdini çözmeye çalışırsanız, elinizi çektiğiniz de kanatları kırılmış bir çocukla karşı karşıya kalırsınız.
Ben her zaman onun yanında olurum dediğinizi duyar gibiyim. Hayır efendim siz bir süper kahraman değilsiniz. Sizin bir özel gücünüz de yok. Çocuk bir sorunla karşı karşıya kaldığı zaman size sığınmak yerine “ben bunun üstesinden gelebilirim” demeyi bilmeli. Aksi halde kendi işini yapamayan ve bu yüzden de mutsuz olan bir nesille yüzleşmek zorunda kalabiliriz.
Birlikte çok vakit geçiriyor olmalarına rağmen, anne ve çocuğun yaşamının iç içe olması onların birbirlerini yeterince tanımalarına engel oluşturabiliyor. Yani aynı evde farkında olmadan birbirlerine yabancı oluyorlar. Çocukların zihnindeki anne profili ise yalnızca hizmet eden, koruyan, kollayan bir kişi şeklinde oluşuyor.
Bu yüzdendir ki çocuk annesini bir köle gibi görüyor. Her dediğini yaptırabileceğini düşünüyor. İşte bu noktada ortaya yeni bir kavram çıkıyor.
Anaerkilliği, Ataerkilliği duymuşsunuzdur. Zira ataerkil bir toplumda yaşıyoruz. Bu bizim için kaçınılmaz bir gerçek. Şimdi bir de çocukerkil topluma doğru gidiyoruz. Hani şu istediği olmadığında kıyametleri koparan çocuklar var ya işte bana göre o da ebeveynlerin helikopterlikten çıkamamalarından kaynaklanıyor.
Uçuşlarını sağlam yapamayan ebeveynler çocuklarının kanatları altında kalabiliyor ama bunu bir tek kendi içlerinde yapıyorlar. Çocuk geçek hayatla karşılaştığında sudan çıkmış balığa dönüyor. Ne yapacağını şaşırıyor. Çünkü her zaman arkasını toplayacak bir anne ya da baba figürü bulamıyor.
Kaçınılmaz bir diğer sonuç ise, temel yaşam becerilerinden yoksun büyütülen çocukların hayata atıldıkları ilk andan itibaren karşılaştıkları her güçlükte, yetersizlik ve kaygı gibi duygularla baş etmek zorunda kalıyor olmaları.
Evin dışındaki dünyada yaşanan bocalama yerini adaletsizlik ve öfke duygularına bırakabilir, çocuğu aileye tümden bağımlı kılabilir veya çocuğun aileyle olan bağlarını acı verici bir biçimde koparmasına neden olabilir. Bu sancılı süreçler ise anneleri çok tanıdık bir soruya iter: “Senin için saçımı süpürge ettim de ne oldu?”
Ben vereyim mi cevabını? Saçınızı süpürge yaptığınız evladınız o süpürgeye binip uçmak istedi ama uçamadı. Çünkü nasıl uçması gerektiğini öğrenmemişti.
Üniversiteye gitti nasıl yemek yapılır bilmiyordu, hazır tüketti, paketlenmiş bir hayata maruz kaldı. Temizlik yapması gerekiyordu nasıl yapıldığına dair bir fikri yoktu. Gömlek nasıl ütülenir, makine nasıl çalıştırılır, bağımsız bir birey nasıl olabilir? Kalbi kırıldığında nasıl davranması gerekir bilmiyordu. Çünkü helikopter annesi veya babası bütün uçuşlarını kendileri yaptırmıştı. İşte bu yüzden uçamadı ve uçamadıkça yalnızlaştı…