Hangi şair bir şiir yazmamıştır ve hangi şair yaprakların dökülmesinden ilham almamıştır. Şairleri başka bir çarpar güz mevsimi. Kimi zaman ölümdür sonbahar kimi zaman ayrılıktır. Bir bakarsın renklerden dem vururlar bir bakarsın yağmur olmaktan.
Hazan mevsimi denmiş neden sonbahara? Yemyeşil yapraklar zamanı gelip sararsınca dökülüyor diye mi gövdesinden? Oysa hiçbir yaprak, kucağına düşmekten alıkoyamaz kendini ağacının. Hiç bir ağaç da kollarını açmaz kendi yaprağından başkasına. Ama gel gör ki ayrılık zamanı gelince hafif de olsa rüzgârın esmesi, usulca dökülüverir yapraklar iki damla gözyaşı gibi.
“Rüzgâr başka çeşit esecek/
Yağmurlarla ıslanacaksın.” Diyen şair yaprağı mı uyarmıştır yoksa kendi kendini mi heyhat!
Yağmur da var sonbaharda değil mi zaten? Hem yağmur başka bir hikâye değil midir madem? Hazan mevsiminde gidenin ardından tutulan notlar ve yanlarına çizilen hep yağmur resimleri. Şemsiyesi altında bir çocuk, elinden tutmuş annesi ve bir adam boynu bükük, omuzları düşmüş ıslanırken yağmur altında, yapraklar onun da ayakları altında.
Yel yapraklarımı savurur,
Dört yanım yağmurla örtülü;
Güz vaktim gerçek ya, ne yağmur!
Bazen ayrılık bazen kesif bir hüzün olsa da güz, şairler kopamaz bu mevsimden. Nasıl kopsunlar ki, kelimelerin o güçlü kumandanı, dizelerin yılkı atları, yüreğin sert kayalıklarında şair, kâh kendini arar dökülen yapraklarda kâh çekip giden sevgilisini… Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç diye haykıran şairin şiirden başka neyi kalmış ki sonbaharda?
Sonbahar bir ayrılık mevsimi değildir de ne diye hep hazan mevsimi diye anılır? Şairlerden başka kim bilir? Geçmişinden kopmanın bir başka yolu yoktur belki de, oysa geçmişinden nasıl kopar insan ve nasıl ayrılır hatıralarından?
Düşteyim işte, çıkageldi bir güz yeli
Hafiften. Bir buğu gibiydi gök.
Ey kendini saklayan geçmiş, ince bir tül ardında;
Güz geldi ve yıldızlarını üstüme dök.
Oysa bir umuttur güz, kar fırtına boran için. Hazan olmadan kavuşmak nasıl olur? Toprağın bağrına yapraklar gibi düşerken acıyla dolsak da toprağın da özlemi yok mudur güneşe ezelden? Güz gelip de yangın başlamadan/tutmalısın doğanın yelesinden… Diyerek şiirini bitiren şairin toprağa da güneşe de yaprağa da hasreti depreşmiştir değil mi?
Fânî ömür biter, bir uzun sonbahâr olur.
Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, târümâr olur.
Mevsim boyunca kendini hissettirir vedâ;
Artık bu dağdağayla uğuldar deniz ve dağ.
Lakin işte ne söylersek söyleyelim şair illa hazan yükler sonbahara. Bu sonbaharın suçu olduğundan filan değildir. Şair kendini hazan da böyle hissettirir. Ölüm bir sonsa doğadaki örneği güzdür. Böyle olsa da hazan kendincedir oysa insan için. Ne sonbahar hüzne dönüktür öylece ne hazan sadece yakışır bu mevsime…
Durgun havuzları işlesin bırak
Yaprakların güneş ve ölüm rengi,
Sen kalbini dinle, ufkuna bak.
Düşünme mevsimi inleten rengi.
(şairler sırasıyla: Cahit Külebi, A. Muhip Dıranas, H. Hüseyin Korkmazgil, Ali Püsküllüoğlu, Ahmet Telli, Yahya Kemal Beyatlı, A. Hamdi Tanpınar)