Yol mu bizi takatsiz bırakan, yolcu mu yolu çekilmez kılan? Gidenler de var gelenler de. Bir ağaç gölgesinde soluklanacak kadar uğradığımız dünyanın garip uğrayanları olarak sen ve ben, bizi gölgesinde barındıran ağacın varlığına şükretmeyi unutmayalım İki Gözüm.
Gitmek, sadece dönüp yürümek midir? Geride bıraktıkların terk edilmiş birkaç parça eşya gibi mekândan yer çalarak öylece kalacak mı? Yani şimdi otobüs gelince geride bıraktığımız durak anlam kaybına mı uğramış oluyor? Güçlü bir neyzen, nefesiyle boşluğa bir ahenk veriyor da sonra neyini bırakıp gidiyor, ney hüzün bile duysa, nasıl ses verir artık?
Gidişinle, içine düştüğüm derin boşluğun resmini daha üç yaşında çizdim ben, beyaz bir kâğıda kara bir kalemle. Ne bilirdim o resmin, gidişinle tekrar hatırlanacağını ve beni içine çekeceğini. Oysa ne çok resim çizdim gelinceye kadar bu yaşıma ve hiçbir resim o boşluğu dolduramadı duyarsızca.
Ben “gidiyorum” diyemedim hiç kimseye, gitmeye cesaret mi bulamadım, bıraktığıma mı kıyamadım? Gidişimle yüklediğim hüznü taşımaya dermanım vardı, hüzün gereklidir diyen ben bu anlamlı hüzne neden döndüm sırtımı? Gidene dur diyecek sözüm vardı ve ikna edebilecek kelimeler heybemde. Öykü yazabilirdim, şairlik var serde, biraz uğraşsam arabesk bir şarkı bile… Neden yazmadım ve gücüm yetmedi sesime.
Gidince nasıl bir sızı saplanır kalmayı haykırırken yüreği insanın. Yürüyüp gidene mi giden diyeceğiz, kalan mı aslında uzaklaşmıştır. Kalan da çıkmış oldu yola oysa aynı noktadan farklı yönlere hareket eden gemiler gibi, limandan uzaklaşılmıştır.
“Haydi, git!” demenin elimizde bırakacağı terekeyi kim paylaşmak ister? Virane bir kalıntının bizde bırakacağı o yalnızlık duygusu hangi tapu senedinde mühürlenir? Bilirim ki bu tereke artık ne sana yarar ne bana. Önce yıkılacak, sonra kalıntılar evsizlere mekân olacak en sonunda gelip kazma kürek kaldıracaklar geride kalan üç beş tuğlayı da.
Bunları biliyorum da yola düşene dur diyemiyor, gelen fırtınaya direnemiyorum. Acı bir hüzün ve şarkılarda aradığım ben kalıyor geriye. Haydi, git şimdi.
Yokluğa hüküm giymiş biz insanlar, takdirin tedbiri geçtiğini bilirsek bir adım daha atabiliyoruz yukarıya. Varlıklarıyla anlam bulduğumuz öznel yaşam alanımız ne çok gidişle sarsılıyor ve her gidiş bir yara bırakıyor. Hepsi kabuk bağlıyor da kimisi kabuğu kaldırınca tekrar kanıyor.
Haydi, git geldiğin gibi muhabbetle ve neşeyle. Aynalarda bıraktığımız yüzlerin taşıdığı anlık duyguları oldukları gibi bırakamayacağımızı sen söylemiştin, buna rağmen tüm duygularımı saklayıp yoluna dökeceğim. Hazan bahçesinden geçip giden divane bir beyin, gül ile bülbüle hayran olması beklenen bir durum değildir bilirim. Ama gülün gitmelere karşı boyun büküşünü nasıl alıp da çarparım aynanın yüzüne!
Gidişinle yangın yerine çevrilen yüreğimin sönmesine razı değilim. Varsın sürsün yangısı ve çıkan alevde demlensin hüznüm. İçmeye cesareti olur mu gidenin bilmiyorum, “haydi, git” diyenin bardağı hiç boş değil bilesin. Gitmek bir tercih ve kalan bu tercihlerden hangi seçenekten sonra geliyor? “hiçbiri” seçeneği de var mı hala gidişinin imtihanında?
Haydi, git. Ne gözyaşıma hükmüm geçer, ne ağlamana dayanabilirim. Gidişin, gelişin kadar değerlidir hem. Gitmene değer katan gelişinse, gelmiş olman hatırına, yol senindir Paşam.