Bugün Laik Fransa'da, Katolik Almanya'da, Anglikan İngiltere'de veya Dinler mozayiği Amerika'da hafta içi işe giderken sol kolunun pazusuna, kalp hizasına "tefillin" bağlamış ve başında "kipa"sıyla bir Yahudi görebilirsiniz. Aynı Yahudi boynunda "tallit'i" ile sabah duasını yapar. Evinin giriş kapısında veya oda kapılarında göz hizasında kapı pervazına çakılan/asılan "mezuzalar" vardır. Aynı Yahudi, "Şabat Günü" kendisi ve ailesi için bir anlamda hayatı durdurur. Çünkü hayatında "şabat" kuralları geçerlidir ve kendisini sadece ibadete verir. Koşer kuralı taşıyan gıdaları alır, tüketir. "Purim Bayramı, Hanuka Bayramı, Shauot ve Pentekost Bayramı, Pesah Bayramı, Sukkoth Bayramı, Yom Kippur Günü, Roş Ha Şanah Günü hayatının vazgeçilmezleridir. Evinin bir köşesinde "menorah" bulunur. "David Yıldızı" yada "David Kalkanı" boynunda kolye olarak asılıdır veya evinin, işyerinin bir köşesinde yer almaktadır. Bu sembollere yada Yahudi gün ve bayramlarına sıkı sıkıya bağlıdır.
Ataları, yaklaşık 2600 yıldır farklı kültürlerin içerisinde, farklı din mensuplarının hegemonyasında yaşamasına rağmen kendi kültürü ve dini ile bağını hiçbir zaman için kopartmamıştır. Baskı altında kaldığı dönemlerde takiyye yaparak, çift kimlikli bir hayatı benimsemiş, görünüşte egemen gücün istediği gibi görünmekle beraber evinde, kapalı kapılar ardında, kendi dindaşlarıyla bir araya geldiği zaman, Yahudiliği yaşatmanın ve sonraki kültürlere aktarmanın mücadelesini vermiştir. Bir millet, 2500 yılı aşkın bir süredir devletsiz olarak başka milletlerin, devletlerin, din mensuplarının hegemonyasında yaşamasına rağmen, inancını, sahip olmuş olduğu manevi değerlerini kaybetmemiştir. Kraliçe Ester'le başlayan, hem İran Yahudilerin de hem de İspanya Yahudilerinde görülen çift kimliklilik, kamufle yaşam biçimi Yahudilerin, Yahudi kültürünü günümüze kadar taşımasında etkin rol oynamıştır. Osmanlı'da Sabetay Sevi ile başlayan Derviş Mehmet(Kemal Derviş'in büyük dedesi) ile devam eden Sabetayistler yada "dönmeler" bu çift kimlikliliği yani içerisinde yaşamış olduğu toplumdan görünüp, fakat özelinde kendi dinini ve kültürünü yaşatmayı halen canlı bir biçimde sürdürmektedirler.
Bu kamufle yaşam biçimi bulundukları ülkelerde siyasal ve sosyal noktada kamufle olabilmelerini, ticari ve mali açıdan da etkin rol oynamalarını da sağlayan önemli etkenlerden birisidir. İkincil kimlikleriyle içerisinde yaşamış oldukları devletin ya da milletlerin sahip olmuş olduğu tüm haklara sahip olmakla beraber, birincil kimlikleriyle gizli ajandalarını ve dini kültürel bağları'nı sürdürmekte bir beis görmüyorlar. Bunu büyük bir gizlilik, maharet içerisinde yaşatıyorlar. Yoksa aynı milletten olmasına, aynı dine inanıyor ve aynı dili konuşuyor olmasına rağmen; farklı siyasi düşüncelerin bile çoğu zaman hakim güçler tarafından yok edildiği coğrafyalarda ve devletlerde; tamamen farklı bir din anlayışına, diğer bütün insanları kendileri için köleler olarak yaratılmış varlıklar olarak gören, kendini üstün ırk, tanrının yeryüzündeki asil milleti gören bir yapının yüzyıllar boyunca bütün kültürel ögeleri ile değişmeden, dönüşmeden ve yok edilmeden ayakta kalması mümkün gözükmemektedir. Ki, pek çok millet bir arada yaşamış olduğu diğer kültür ve din mensupları ile zaman içerisinde kaynaşmış, asimile olmuş kendi öz kimlik ve kişiliğinden din ve kültüründen kopmuştur. Mesela Macarların ve Bulgarların tarihi köken itibarıyla Hun Türklerinin alt boyları olduğu kabul edilir. Ancak Ortodoksluğu kabul eden Bulgarlar ve Katolikliği kabul eden Macarlar tarih içerisinde Türk'lüklerini bir anlamda kaybetmişlerdir. Türk kültürünü yaşatamamışlardır. Ancak Macaristan'da yaşayan Yahudiler, 1000 yıllar boyunca Macar gibi görünüp, Yahudi gibi yaşamalarından dolayı kültürlerini dinlerini korumuşlardır.
Dış dünyada, o ülkeye veya topluma entegre gibi izlenim vermekle beraber kendi özellerinde diaspora bilinciyle, dinlerini, kültürlerini yaşatmışlar ve milli kimliklerini sonraki kuşaklara aktarmışlardır. Bugün bile farklı dinlere mensup milletlerin egemenliğinde veya onların arasında yaşayan pek çok Yahudi sosyal hayatta kimliğini, dinini gizleyerek yani takiyye yaparak yaşamaya devam ediyor. Mesela Türkiye'de özellikle Sabetayist Yahudiler Müslüman ve Türk isimleri kullanmasına rağmen ictimai hayatında laik, seküler bir hayat anlayışına sahip vatandaş izlenimi vermesine rağmen, evinde mezuza'dan menorah'a tallit'ten tefillin'e Yahudi sembolleri ile örülmüş bir hayatı yaşıyor. Bazı Saferad aileler Osmanlı Döneminde ve Türkiye'de Müslümanların hoşgörüsünün farkında olarak kimliğimi saklamadan yaşasa bile özellikle Selanik ve İzmir kökenli Sabetayist Yahudilerin gizliliği takiyyeyi tercih ettiğini görmekteyiz.
Bu sadece Türkiye'de yada Avrupa' daki farklı devletlerde yaşayan Yahudiler için geçerli değildir. İkinci Babil sürgününden sonra neredeyse eski dünyanın pek çok coğrafyasına dağılmış bulunan Yahudilerin Büyük bir kısmı için geçerlidir. Kimliğini gizlemeyenler zaten bugün İsrail de ya da farklı ülkelerde kapalı Yahudi gruplar olarak yaşamlarını sürdürmeye devam ediyorlar. Ancak Yahudiliğini izhar ettiği zaman, toplumsal statüsünü, gelir kaynaklarını kaybedeceği, toplumda öteki olarak görülüp dışlanacağı yada siyasal gücünün elinden alınacağı korkusunu taşıyan pek çok Yahudi, kimliğini gizleyerek ya da ikincil bir kimlikle yaşamaya devam ediyor.
Böyle uzunca bir girizgâhtan sonra gelelim başlığımıza: Müslümanlar arasında gizli yaşayan Yahudiler sadece 1492'de İspanya'dan kaçarak Osmanlı'ya sığınan ve Osmanlı'nın Tunus, Selanik, İstanbul ve İzmir'e yerleştirmiş olduğu Saferad Yahudilerinden mi ibaret; yoksa kraliçe Ester'den sonra İran'daki Yahudiler ve II. Babil sürgününden sonra güneye inen Arabistan Yahudileri de kapsıyor mu? Osmanlı bakiyesi Türkiye'de yaşayan Sabetayist Yahudilerin büyük bir bölümü özellikle soyadı kanunundan sonra tamamen Türk isimleri ile laik ve seküler görünümleriyle, Türkiye'de siyaseti, ticareti, ekonomiyi, maliyeyi, dış işlerini yıllar boyunca ellerinde tuttular ve tabiri caizse Türkiye'nin kaymağını yediler.
Gelelim Arabistan Yahudilerine... II. Babil sürgününden sonra Yahudilerin bir kısmı güneye inerek Hayber, Fedek, Vadi'l Kura ve Medine'ye yerleştiler. Putperest bir toplumun içerisinde o günkü de site devleti diyebileceğimiz adem-i merkezî bir yapıda milattan sonra 622 ye kadar yaklaşık 1200 yıl Yahudi kimlikleriyle dinlerini aleni yaşayarak varlıklarını sürdürdüler. Allah Rasûlü (SAV)'in Mekke'den Medine'ye hicreti özellikle Arabistan Yahudileri için bir dönüm noktasıdır. HZ. Peygamber (SAV), Medine'deki "Beni Nadr, Beni Kurayza ve Beni Kaynuka Yahudileri önce vatandaşlık anlaşması imzalamıştır. Fakat Yahudilerin ihanet ederek anlaşmayı bozmaları neticesinde, Hz. Peygamber (SAV) tarafından Medine ve civarından sürgün edildiler. Medine ve civarından sürgün edilen Yahudi kabileleri daha kuzeydeki Haybere sığındılar. Hicri 7. yılda Medine Şam ticaret yolu üzerinde, stratejik bir öneme sahip Hayber fethedilir. Hayber'in fethi ile ilgili İslam Tarihi kaynaklarında savaşan 20.000 ila 30.000 civarında erkek Yahudi olduğu bilgisini buluyoruz. Kaynaklarda savaşan Yahudi ordusu rakamı üzerinde bir netlik yok. Fakat Hayber, Fedek, Vadi'l Kura'ya yerleşik Yahudiler ve Medine'den buralara göç eden üç Yahudi kabilesini de topladığımız zaman ortalama 100000 civarında bir Yahudi nüfus olduğunu ifade edebiliriz. Hayber'in fethinden sonra Yahudiler topraklarında yarıcı olarak kalmaya devam ediyorlar. Yani topraklarını işleyecekler ve gelirlerinin bir kısmını Hayber'in fethinde bulunan mücahitlere ganimet olarak verecekler. Bu şekilde bir anlaşma yapılıyor.
Hayber'in fethinden sonra Yahudilerin topluca sürgünü diye bir şey söz konusu değil. Yahudilerin topluca katliamı diye de bir durumda söz konusu değil. Veya Yahudilerin topluca ihtida edip Müslüman olmaları diye bir hususta yine söz konusu değil. Şayet bu üç durumdan birisi olmuş olsaydı tarih kaynaklarımızda bunun kaydı olurdu. İşte burada can alıcı soruyu sormamız gerekiyor. Arabistan'ın kuzeyinde verimli vadiler, sulak-mümbit topraklar üzerinde, korunaklı kalelerde yaşayan ve müslümanlar tarafından kendi topraklarında yarıcı olarak bırakılan bu Yahudilere tarih içerisinde ne oldu? Bu sorunun cevabını bulduğumuz zaman hem İran'ın fethinden sonra başlayan halifelere suikastler, İslam dünyasındaki siyasal anlaşmazlıklar ve karışıklıklar, iç savaşları çözmüş olacağız; hem de bugünkü Arap/Müsta'rebe-İsrail ilişkisi diye gördüğümüz siyasi satranç tahtasındaki taşları yerli yerine oturmuş olacağız. Geçtiğimiz günlerde Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn gibi yarımada üzerindeki devletçiklerin yöneticilerinin, İsrail'le normalleşme anlaşması imzalamasının perde arkasını da görmüş olacağız.
Müsta'rebe kavramı, her ne kadar arap gibi görünen, araplaşmış anlamındaki acemler için kullanılmış olsa bile acaba o kavramın içerisine araplaşmış gibi gözüken Yahudiler de dahil değil midir? Kaldı ki Yahudiler; içerisinde yaşadıkları toplumlarda çift kimlikle kendilerini kamufle ederek yaşayan, dünya üzerinde değişmeden, dönüşmeden, asimile olmadan, günümüze kadar gelen nadir topluluklardan biridir. Günümüzdeki İsrail'le normalleşme romantizmi yaşayan, Arapmış gibi gözüken devletçiklerin anlaşmaya imza koyan yöneticilerini bir de bu açıdan değerlendirelim. Sahi Hayber'in fethinden sonra Hayber Yahudilerine ne oldu? Bu insanlar buharlaştı mı? Yoksa takiyye yaparak bugüne kadar varlıklarını Arap toplumu içerisinde sürdürmeye devam mı ettiler, ediyorlar? Suud ailesi hakkındaki araştırmaları/iddiaları gelin bir de bu açıdan değerlendirelim. Günümüzü anlamak için, geleceğimizi inşa edebilmek için, geçmişin geçmemiş olduğunun farkında olmamız gerekiyor.