Hayattayız ama yaşıyor muyuz?

Ömer Kocabaş

Hayattayız, yaşadığımızı zannediyoruz. Herkese ve her şeye inat yüzsüzce utanmadan ayakta durmanın gayretindeyiz. Çünkü herkes aynı şekilde hareket ediyor. Elbette herkesin bir bildiğin vardır ya da öyle umalım(!) Buraya nereden geldik, geçtiğimiz günlerde koronayla tanışmamızın ikinci yılını kutladık. Bazılarının ilk günlerdeki romantikliğini, eve kapanma üzerine yaptıkları edebiyatı hatırlayın o zaman hak verirsiniz kutlama deyişime. Ömrümüzden iki yılı ne olduğu belirsiz bir hastalıkla korkutarak geçirdiler. Hâlâ geri çekilmeyi de düşünmüyorlar, yeni varyant yumurtlama peşindeler. Lakin artık vatandaşın umurlarında bile değiller. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişiminin hayatın diğer acı gerçeklerini hatırlamasıyla korona artık sadece sağlık sisteminin gündeminde…

Bir şeyleri rakamlarla izah etmeyi hiç sevmem. Çünkü rakamların nereye çekerseniz oraya giden bir huyu vardır. Aynı verilerle istenirse birbirine taban tabana zıt yorumlar yapılabilir. Fakat koronayla ilgili bugüne kadar alınan her karar rakamlara dayandırıldığından ister istemez bakmadan edemiyorsunuz. Koronanın iki yılında ülkemizde ortalama 14 milyon kişi bu hastalığa yakalanmış, 94 bin kişi ise vefat etmiş. 94 bin kişiyi elbette birer insan olarak ele alacak olsak birbirinden değerlidir. Ölümlerinin ortaya çıkardığı boşluğu en yakınlarından dinlemek lazım. Diğer yandan ülkemizin nüfusuyla kıyasladığımızda insanların her yıl ortalama bu sayılardan daha fazla başka hastalıklardan vefat ettiği de görülecektir.

 Peki, iki yılda hayatları kayan insanlardan bir özür dileyen olacak mı? Kimlerin özür dileyeceği de meçhul. Her gün televizyona çıkıp kibirli kibirli başka insanların hayatlarına yön çizmeye çalışan sözde profesörlerin olmayacağı kesin. Sağlık Bakanlığı ve çalışanları hakkında bırakın olumsuz bir cümle kurmayı çok ağır hastalığımız olmadan hastanelerin önünden geçmeye bile korkar olduk. Çünkü iki yıllık süreçte sağlık çalışanları başka bir boyuta geçtiler. Tek kelimeyle bile eleştirilemez, her dediklerine evet diyeceğimiz insanüstü varlıklara dönüştüler. Bu gözler sağlık ocağında beş metreden muayene eden aile hekimi de gördü. Hastasının ağzındaki maskeyi çıkartmadan diş tedavisi yapan diş hekimi de…

 Fakat onlara soracak olursak bizler için ne fedakârlıklar yaptıklarının farkında bile değiliz. Elbette takdir ediyoruz. Hastalığın ilk döneminde birçok bilinmezin arasında çok sayıda sağlıkçı da vefat etti. Günlerce evlerine uğramadılar. Abartılı izolasyon saçmalığı nedeniyle çocuklarından uzak yaşadılar vb. Diğer yandan onları takdir etmemiz sağlık sistemini sorgulamayacağımız anlamına da gelmez. Bir araştırma yapılsa son iki yıl, eminim kanser hastalığından vefatların rekor kırdığı, ileri seviyede kanser teşhisinin de yine arttığı yıl olmuştur. Diğer hastalıklar da cabası.

Sağlık sistemini abartılı bir şekilde tıkadıklarından insanlar hastaneye gidemedi. Daha doğrusu kamu hastanelerine. Çünkü parasını verdikten sonra özel hastanelerde salgın yokmuşçasına istediğiniz tedaviyi yaptırılabilindi. Şimdi bile kamu hastanelerinden randevu almak mucize, iki-üç hafta sonrasına randevu bulabiliyorsanız şanslısınız. Abarttığımı düşünüyorsanız denemesi bedava.  Artık salgın öncesinde olduğu gibi randevusuz, hastaneye gidip oradan giriş yaparak muayene olmaya yeniden başlanmalı. Belki biraz bekleriz ama en azından aynı gün içerisinde işimizi halletmiş oluruz. Sağlık sistemimizin ve çalışanlarının insanların sağlığı için bulunduğunu, insan sağlığının sistemden ve çalışanlarından daha önemli olduğunun farkına yeniden varılmalı. İnsanlar aile bütçelerini sarssa da özel hastaneye gitmeye mecbur kalıyorlar. Çünkü sağlık en önemli şey. Devletimiz zaten iyi olan sağlık sistemimizi tekrar kullanışlı hâle getirerek vatandaşını memnun etmeli.

İki yıl öyle veya böyle geçti. Olan çocuklara ve yaşlılarımıza oldu. Özellikle yaşlılarımızı koruyoruz diye evlere mahkûm ettik. Çoğu çoluk çocuğuna, torununun yüzüne hasret öldü. Hastanelik olanlar ise virüs tedavisinde kullanılan ilaçların ağır yan etkileriyle vefat ettiler. O arada sağlık sisteminin düşündüğü tek şey vardı. Koronadan ölümleri azaltmak. Korona dışında herhangi bir hastalıktan ölmek ya da kapatıldığın evinde kafayı yemek ise serbesti.

İşin sonunda yine değişen bir şey olmayacak. Yapanın yaptığı yanına kâr kalacak. Ölenleri, işsiz kalanları, psikolojileri bozulanları değil, başarı hikâyelerini dinleyeceğiz. Sağlık sistemimizin ve çalışanlarının dokunulmazlığı ise devam edecek. Onlarında insan olduğu ve hata yapabilecekleri de elbette göz ardı edilecek. Söylenecek daha çok şey var da sırtımızı dayayacak sağlam bir sistemimiz yok…