Bu günlerde Hasan Cemal’in yazmış olduğu Cumhuriyeti Çok Sevmiştim isimli kitabı okuyorum. Kitap beni iki açıdan çok etkiliyor. Birincisi ülkemde yaşanan sıkıntıların nasıl bir aldatma ile yaşandığı meselesi, ikicisi ise yıllardır gazeteci olmak isteyen ve gazetecilikten büyük onur duyan bir insana, ülkemizin basın tarihinde önemli bir yeri olan Cumhuriyet gazetesinde yaşananları deşifre ettiği için.
Bu ülkede yıllarca birileri uç düşünmenin tohumlarını attılar. Genel baktığımızda din kavramı üzerinde yaşanan siyasal merkezileşme, karşı tarafta da solculukta yaşanan aşırı Marksizmleşmeye dönüştü. Aslında iki tarafında söylemleri aynı: Serbest piyasayı iki tarafta sevmiyor, iki tarafta devletçi ve milli sermayeyi savunuyor, (mesela güncel bir konu; iki tarafta Türk Telekom’un özelleştirilmesine karşı çıkıyor) iki tarafta çok paranın haramla elde edildiğini savunuyor, Kıbrıs konusunda, AB konusunda iki tarafta yeni açılımları eleştiriyorlar. Sermaye düşmanlığı da, Ortadoğu algılayışı da, Avrupa algılayışa birbirine çok yakın. Birde devletçilik aynı sertlikte algılanınca 50 yılda 10’larca defa demokrasinin önünün kesilişine, 4 defada çok net askeri müdahaleye şahit oluverdik.
Medyamızın nasıl yönetildiğini, haberlerin nasıl dezenformasyona dönüştürüldüğünü, ülkemiz için iyi olan şeylerin ideolojik nedenlerle nasıl çarpıtılıp yok sayıldığını ve hep kötü şeyler yaşanıyor, havasının nasıl bilinçli bir şekilde yayıldığını hep birlikte yaşadık. Hasan Cemal bize bunun en üst düzeyde nasıl yaşandığını çok güzel bir şekilde anlatıyor. Burada suçlunun tek taraf olduğu yargısına varmak en büyük hatadır, suçlunun her taraf olduğunu bilirsek ezberi bozarız ve tabi oyunu bozarız ve bu gün işte bunu yapma vaktidir.
Mustafa Balbay var ve onun karşılığı insanlar var ve bir yerlerde aynı kısır döngünün yaşanmasını sanki özenle başarıyorlar. Ben bunu meslek hayatıma yeni başladığım yıllarda bir özel radyoda yaşamıştım. Ne kadar aşırı taraf olunduğunu, özellikle haberler konusunda objektifliği oluşturmanın ne kadar zor olduğunu görmüştüm. İki tarafta aynı, Hasan Cemal bir tarafla mücadele ediyor, bir başkası da başka bir yerde tamamen farklı bir söylemle sınırlandığını görüyor ve orada mücadele veriyor. Ben Mustafa Balbay’ın Hasan Cemal’le ilgili yazısını okudum ve orada Hasan Cemal’in dönek olduğuna dair vurgu var, birilerinin Hasan Cemal’i konuşturduğunu savunuyor, eminim farklı bir yerlerde de yine birilerine aynı yakıştırmalar yapılıyor. Çünkü o insanların yaşam kaynağı ne yazık ki bu aşırı duruştur. Bulunduğu bu noktaya da bu oyunu iyi oynadığı için getirildiğini de biliyor.
Bu insanların tamamı yönleri ne olursa olsun siyaseti bir yol olarak görüyorlar, demokrasiyi savunuyorlar ama kendilerinin işine geldiği zaman, hep taraf olmayı savunuyorlar ve taraf olmayanın bertaraf olacağını ifade ediyorlar. Normalleşmeyi hiç sevmiyorlar, uzlaşma kültürünü bilmiyorlar ve çok katılar. Ülkeniz son iki yüz yıldır bu tür uçlarda gezinen ideolojilerin baskısı altında yaşadı. Normalleşme süreçleri hep askıya alındı, yıkıcı bir tavır takınıldı ve devamlı karşıdakini yok etme mantığı hâkim oldu.
Bakın bu insanların sendika anlayışı da böyledir. Memur ya da işçinin haklarını savunmak yerine daha çok ideolojilerini ifade tarzı olarak bunu görürler. Bir sendika bütün memurların ya da işçilerin refahından başka ne isteye bilir ama onlar bir başka sendikaya düşman olurlar çünkü ideolojik olarak ayrı fraksiyonları temsil ediyorlardır. İnsan hakları dernekleri kurdular aynı, iş adamları dernekleri kurdular aynı, avukatlık, hekimlik ya da başka meslek mensupları için oluşumlar gerçekleştirdiler hep aynı mantık. Bir iş adamı derneği ile bir başka iş adamı derneği hem faizlerde, hem kredilendirmede, hem de vergi politikasında ayrı şeyleri düşünebilir mi? Ama düşündüler. Bakın hepsinde aynı şeyleri, aynı mantığı görürsünüz. Mesela; sağlık sektöründeki bütün sorunlar belli değil midir? Ama hekim kuruluşları farklı şeyleri savunurlar. Birileri ne derse mutlak diğerleri tersini söyler. Bu tuhaflıklar yaşanırken de tabi ülke kazanmadı kaybetti. Birileri katı bir şekilde başörtüsü gibi kavramlara karşı çıktı, kadın örgütleri bile bunu savunmadı, bir taraf ise onları tamamen kendi dışında görerek onlara düşmanca yaklaştı ve dışarıdan yönetilen insanlar, satılmış insanlar, olarak gördü. 1850’li yıllarda da, 1950’li yıllarda da aynı şeyler savunuldu, bu güne bakın aynı tartışmalar var. Birde özenle halkın cahil kalması sağlandı. Bizi gelişmekte olan ülkenin duygusal tepkiler gösteren insanları gibi görmeye çalışanların ezberlerini bozacak sağduyu ve bilgi birikimine sahip olmalıyız. Sakin olmak kızmamak düşünmek gerekiyor, yoksa geçip giden zaman bizim makûs talihimizi değiştirmeye yetmeyecek.