8 Mart Cuma günü, "Feminist Gece Yürüyüşü'nde" açılan pankartlara, atılan sloganlara, gün içerisinde yapılan programlarda yapılan konuşmalara, bir takım afiş ve yayınlara bakarsak öyle anlaşılıyor ki; kadın konusunda, toplum olarak öğretilmiş bir cahilliği yaşıyoruz. Bunun başka bir ifadesi olamaz. Zira kendi köklerinden habersiz, yönünü batıya çevirmiş ve batıdan gelen her türlü cereyanı velinimet olarak görüp, sorgusuz sualsiz, üzerine düşünmeden alan bir toplum haline geldik. Eğitim sistemimiz, gençliğimizi kendi köklerimize düşman olarak yetiştirdiğinden dolayı da tarihimizle olan bağımız da tamamen kopmuş durumda. Bu da toplumda sığ bir anlayışı beraberinde getiriyor. Velev ki; tarihimize düşman olarak yetiştirilmese bile, şu anda toplumun belki de onbinde biri oranında insan yüzyıl, yüzelli yıl önce yazılan belgeleri okuyabilme lüksüne sahip. Bundan dolayı da uydurulmuş masallar ve yalanlar bize tarih olarak anlatılmaya devam ediyor. Kendi tarihimizdeki elmasları, pırlantaları, mücevherleri tanımadığımızdan dolayı dışarıdan gelen adi cam parçalarını bir değer olarak görüp, yüceltme anlayışı içerisinde yaşamaya devam ediyoruz.
Cuma günü, 8 Mart Dünya Kadınlar günü olarak birçok Birleşmiş Milletlere üye ülkede olduğu gibi bizim ülkemizde de farklı etkinliklerle dile getirildi. Peki 8 Mart'ın bizimle ilişkilendirilmesi, ne derecede doğru? Veya bizim kadınlarımıza ne derece hitap ediyor? 8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40000 dokuma işçisi (kölesi de diyebiliriz) kadın, daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başlıyorlar. Ancak, polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrikanın önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda, 129 kadın işçi, yanarak feci şekilde can veriyor. Bu hadise'den 53 yıl sonra 26-27 Ağustos 1910 tarihinde, Danimarka'nın Kopenhag kentinde II. enternasyonale bağlı kadınlar, yani uluslararası sosyalist kadınlar konferansı, Alman Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mayıs 1857 tarihindeki yangında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart Dünya kadınlar günü olarak anılması önerisini getirir ve öneri oy birliği ile kabul edilir. Bunun öz Türkçesi şudur: Kadınları 2. sınıf insan yada ucuz iş gücü olarak gören kapitalist anlayışın öldürdüğü kadınları, kapitalizme yaslanarak kendi varlığını anlamlandırmaya çalışan sosyalizmin kendi tezi için kullanmasından ibaret bir gündür. Peki eş zamanlı olarak değerlendirirsek; mesela 1800'lü yıllarda Osmanlı topraklarında kadının sosyal statüsü ne durumdaydı?
Osmanlı'da kadınların sömürülmesi yada ucuz işgücü olarak görülmesi diye bir anlayış zaten yoktu. Kadın kendi aile müessesesinde -ki bu genellikle tarım sektörü olarak karşımıza çıkıyor- veya kadının kabiliyetini, becerisini gerektiren işlerde yine aile müesseselerinde çalışıyordu. Onun dışında kadının toplum içerisinde saygın bir yeri vardı. O, saygınlığını ekonomik gücünden değil manevi varlığından almaktaydı. Kaldı ki; Osmanlı döneminde ekonomik gücü elinde bulunduran kadınlarında, bu ekonomik gücü, yine toplum yararına işlerde kullandıklarını tarihi kayıtlar ve günümüze kadar yaşayan tarihi anıtlar ortaya koymaktadır. Osmanlı döneminde sosyal devlet anlayışından daha baskın bir şekilde sosyal millet anlayışı söz konusuydu. Bugün sosyal devletten beklenilen yatırımlar ve harcamalar, sosyal milletin bir göstergesi olan vakıflar aracılığıyla yerine getiriyordu.O dönemdeki mevcut vakıfların %40 gibi büyük bir oranıda kadınların kurmuş olduğu ve yaşatmış olduğu müesseselerdi. Tabii 10 yılda kendi tarihine düşman 15 milyon genç nesil yetiştirildiği için ve 3 Mart 1924 tarihinde çıkarılan Şeriyye ve Evkaf vekaletinin kaldırılması ile beraber vakıf eserleri, dönemin siyasileri tarafından yağmalandığından dolayı, bu hakikat yıllarca toplumdan saklandı. Halbuki bize çağdaşlık veya medeniyet olarak sunulan batı toplumunun kadına bakışı, kadın anlayışı, yüzyıllar boyunca hasta ve sakat bir anlayıştı. İslam medeniyetinde ya da İslam'la şekillenmiş olan doğu irfan'ın da cadı karakteristiği yoktur. Cadı karakteristiği batı kültürüne ait bir anlayıştır.
Geldiğimiz noktada kadına bakış, batı gözlüğüyle gerçekleştirildiğinden dolayı, kadın hak ettiği değeri ve saygınlığı kazanamamıştır. Amerika'nın sömürmeyi düşündüğü toplumlara "demokrasi!!!" getirmesi gibi; gerek kapitalizm, gerek sosyalizm sömürmeyi düşündüğü kadınlara güya "özgürlük!!!" getirmiştir. Kadın bedeninin metalaştırılması, cinsel bir obje derekesine indirilmesi, kadına özgürlük olarak yutturulmuştur. Kadını koruyan, yücelten, "aile" zırhından çıkartılarak, kadının ayağının altına cenneti seren "annelik" payesini elinden alınmıştır. "Ekonomik özgürlüğünü kazan!" sloganlarıyla kadının cazibesi ve cinselliği pazarlamanın unsuru haline getirilmiştir. Gücünü eşine refakatinden, çocuklarına şefkatinden ve merhametinden alan kadına bunları terk ederek; erkek cinsi ile rekabetinden dolayı güçlü olacağı telkin edilmiştir. Tarihi temellerinden koparılan, ait olduğu irfan'ın kendisine vermiş olduğu değerden bir haber olan kadın, bu telkinler vasıtasıyla neye alet olduğunun dahi farkına varamamıştır. Son dönemlerde kadını kollama, erkeklerle rekabetinde eşit hale getirme düşüncesi ile çıkarılan bütün yasalar kadına huzursuzluk ve mutsuzluktan başka hiçbir şey getirmemiştir.
Batıl anlayışın, kendi çarpık zihniyetini, istismarcı anlayışını, kamufle etmek ve hedef saptırmak için sürekli olarak İslam medeniyetindeki kadının mirastaki payı, şahitlikteki durumunu, temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp gündeme taşıması maalesef Müslüman kadınlar tarafından bu güne kadar fark edilemeyen bir tuzaktır. 8 Mart 1857'de 129 kadını yakarak öldüren anlayış, bugün kendi utanç tarihini perdelemek adına bu tarihi beyne'l-milel bir duruma taşımıştır. Kendi köklerinden kopmuş, kendi tarihine düşman olarak yetişen nesiller de batıl anlayışın kadına vermediği değeri, mal bulmuş mağribi açgözlülüğün de almış ve topluma dayatmaktadır. Bir kaç gün önce, Taksim'de kadınların yapmış olduğu yürüyüşte açmış olduğu pespâye pankart ve dövizler, öğretilmiş cahillikten ve ikna edilmiş ahlaksızlıktan başka hiçbir şey değildir. Kaldı ki kadın cinselliğinin ve kadın bedeninin pazarlanmasını yücelten bu döviz ve pankartlar yine batı tarafından "ilkel!" diye tanımlanan toplumlarda bile görülmeyecek bir durumdur. Yürüyüş esnasında okunan ezanı ıslık, alkış ve gürültü çıkararak bastırmaya yada protesto etmeye varan tavırlar, kadınlıkla veya insanlıkla bağdaşabilir tarafı da yoktur. Bu doğrudan doğruya İslam ve din düşmanlığıdır. Artık 8 Mart 2019 tarihinden itibaren şu husus iyice netleşmiş, saflar belli olmuştur. Feminizm ya da kadın hakları söylemi altında çıkarılan bütün yasalar, yapılan bütün faaliyetler, İslam düşmanlığının kamuflaj elbisesidir. Kendi tarihinden ve irfanından koparılmış olan kadınlarımız da bu vandalist anlayışa alet olmakta ve kullanılmaktadırlar. Kadının özgürlüğünden, kadın bedeninin pazarlanmasını, anlayan satılmış beyinler, hiçbir zaman medeni olamazlar. Onun için feminizm ve 8 Mart, emperyalistlerin, dünya insanlarına bir aldatmacası ve dayatmasıdır. Bu anlayış hiçbir zaman için insani olmamıştır, olamamıştır.
Hiçbir feminist örgütün, fidan gibi yetiştirip askere gönderdiği evladı, bayrağa sarılı tabutta kendisine teslim edildiğinde, dudaklarından sadece "Vatan sağolsun...!" cümlesi dökülebilen analar için, en son helalinin bayrağa sarılı tabutuna sarılan ve bir ömür hatırasını yaşatan şehit eşleri için, Asker eşini ziyaretten dönüşte, 11 aylık bebeği ile beraber, alçak terör örgütü tarafından şehit edilen Nurcan Karakaya ve vatanı/özgürlüğü uğruna, teröre boyun eğmediğinden dolayı şehit edilen binlerce şehide için, Suriye ve Mısır zindanlarında tecavüze uğrayan, işkence gören, hapishanelerde doğum yapmak zorunda kalan ve çok rezil şartlarda tutulan onbinlerce kadın için, Myanmar'da, Arakan'da memeleri kesilen, diri diri yakılan kadınlar için, Doğu Türkistan'da evlerine zorla Çin'li erkekler konulan, toplama kamplarında esir edilen kadınlar için, Yemen'de açlıktan ölen yada çocuğunun açlıktan ölümünü çaresizce izleyen kadınlar için, Akdeniz'in sularında boğulan yada çocuğunun cansız bedenini kıyıdan toplamak zorunda kalan kadınlar için, Nijer'de, Orta Afrika Cumhuriyeti'nde, Somali'de işkencelere maruz kalan, öldürülen, en iyi ihtimalle de bir tas kirli, sıtmalı suya ulaşabilmek için kilometrelerce yol yürüyen kadınlar için, Filipinler'de, Tayland'da, Tayvan'da ya da Rusya'dan ayrılan bir takım ülkelerde bedenleri beyaz adamlara satılan, köleleştirilen kadınlar için, eylemi de geçtim; en ufak bir söylemde bulunduklarını gördünüz mü? Sahi, bu kadınların da günü kutlu olacak mı? Bunların gayesi asla ve asla üzüm yemek değil bağcıyı dövmek... Kadını sosyalleştiriyoruz diye sömürülmesine ve toplum düzeninin bozulmasına kim, daha ne kadar göz yumacak? "Kadın Hakları", "Kadın Erkek Eşitliği", "Kadına Pozitif Ayrımcılık", "erkeğe negatif ayrımcılık", "kadının beyanı esastır", derken bugün din ve devlet düşmanı yarı tanrısal bir güç üretildiğinin farkına varalım. 8 Mart'taki Cuma Hutbesinde Dünya Kadınlar Gününe vurgu yapılması öyle anlaşılıyor ki; Diyanet bile, perdenin önündeki şaklabanları alkışlamaktan, perdenin arkasındaki senarist ve yönetmenleri göremez hâle gelmiştir. Tiyatro bitmeden uyanın! Aksi halde tiyatro bittiğinde ne perde kalacak, ne sahne, ne de salon... Olan, seyircilere olacak!