Hazzetmeyerek hatırladığım pek çok şey var düne dair. Bunlardan biri de ilkokul yıllarından kalma, Hayat Bilgisi ders kitabında ilk insana ait resimlerdi. Yarı insan formunda çizilmiş, elinde taştan bir sopa, maymuna benzetilmiş haliyle güya yontma taş devrinin insanı… Hâlâ hatırladığıma göre başarılı da olmuş kim bunu arzu etmişse.
Her ne kadar öğretmenimiz insanlık tarihini anlatırken karanlık çağdan başlamış olsa da benim çocukça aklım “madem bu kadar eski, onların bu halini kim görmüş de çizmiş” merakındaydı. İyi ki annem “ilk insan, peygamberdi oğlum” demiş de, zihnimi peygamberliğin kutsal oluşu üzerine inşa etmişim. Ben bir peygamberin asla geri, karanlık ve ne bileyim taş ve tahtayla bir çağa sığdırılacağına inanmıyorum.
Hemen hiçbir inanç ve yaklaşım Hz. Âdem’in ilk insan oluşuna itiraz etmiyor. Nitekim bir ezel ve ebet aralığı içinde insanın başlangıcı olmalı fikri bilimsel olarak kaçınılmaz görünüyor. Lakin mesele sonrasında başlıyor. İlk insandan yola çıkan tarih yazıcıları nasıl oldu da karanlık çağ olarak adlandırdı bu başlangıcı? Taş devri demekle neyi kastettiler, neyin kaygısını güttüler? Ve bunlar hangi tarih yazıcıları idi de onların borusu öttü?
Tarihçiler, ilk insandan sonraki dönemi çeşitli çağlarla sınıflayarak takvimi başlatıyorlar. Yapılan araştırmalara göre Yontma Taş Devri ile başlayan insanlık tarihi Cilalı Taş Devri ile devam ediyor. Bu yaklaşıma göre ilk insan “ilkel” bir hayat sürüyor, hatta bazıları bu hayata vahşi hayat adını veriyorlar. Bu “vahşi yaşam” kavramı günümüzde de kullanılmıyor mu zaten? Sahi hangi hayatın “vahşi” olduğuna kim karar verecek?
Uzun yıllar kabul gören bu tarihsel “yanılgı” bilinçli bir şekilde insanlara dayatılmaya çalışıldı. Hâlen bu teori üzerine tarih yazmaya ve okumaya devam edenler elbette var. Bu şekliyle “insanlık mağarada başlamıştır, karanlıktır, vahşidir” gibi bir zihin dünyası oluşturulmuştur. Kime yaramıştır bu? Zihin yönlendirenlere yaramıştır elbet. Bu tarihi hangi bilimsel açıklama ile gelirse gelsin ben bir Müslüman olarak kabul etmiyorum. İnandığım ilk insan Âdem’dir ve o bir peygamberdir. Peygamberlikle başlayan bir tarih asla karanlık çağ olarak isimlendirilmemeli.
Zihin dünyamıza saldıran Materyalist ve Kapitalist yapı güya gelişmeyi, teknolojiyi ve değişimi yüksek bir ihtiyaçmış gibi göstermek için “karanlıktan aydınlığa” giden bir tarih algısı oluşturmak istemişlerdir. Dünün ötelenmesi tekâmül için gereklidir onlar için. İlk insandan başlayarak onun ailesini de içine alan kesif bir karalama çabasından başka bir şey değildir onların tarihçiliği. Bununla da kalmamış insanlığın gelişimini göstermek için güya “hayvanlar kadardık da bugünlere geldik” saçmalığına inanmamızı sağlamışlardır.
İlk insan figürünü günümüz insanından farklı çizerek ve hatta maymuna benzeterek çizen zekâ, bununla hem yaratılış hakikatine hem de peygamberlik müessesesine darbe vurmayı amaçlamıştır. Medeniyetin ve hayatın bilimsel ve deist görüşlerin kılavuzluğunda gerçekleştiğine inandırmak için çok iyi bir yoldu bu. Bu yüzden önceki hayatlara geri kalmış deniyor, kendi çağlarına hızın ve gelişmişliğin adını veriyorlardı. Aynı zihniyet kendi çağını dolayısı ile kendini övmek için atasını inkâr etmenin kendini inkâr olacağını aklına bile getirmiyor.