Son günlerde Halil Konakçı hocanın; "Bak sokaklar ne hale geldi! Kasap dükkânı gibi. Et görmekten içimiz dışımıza çıkıyor artık. 100 yıl önce dedelerimizin yatak odasında göremediği kıyafetleri biz çarşıda pazarda plajda görüyoruz. Neden? Bu kadınların başında yok mu adamları, abileri, babaları, kocaları? Geçtim helali haramı hadi buna inanmıyorsun. Tamam, ateistsin, imanın zayıf... Ya hiç mi kıskanmıyorsun?" sözlerinden hareketle kadınları, bütün çıkarlarına meze olarak kullanan azgın azınlığın temsilcileri ve İslam düşmanlığı tarihen tescilli olan malum partinin tayfası “kadını aşağılıyor” diye sosyal medyada linç kampanyası başlatmıştır.
Hâlbuki Konakçı hoca tam tersine -vaazının bütünü içerisinde- kadınları yücelten ifadeler kullanmış, kadınları aşağılayanları eleştirerek, İslam'ın kadınlara nasıl pozitif ayırımcılık yaptığını, onlara nasıl cihad gibi zor sorumluluklar yüklemediğini, onların meta gibi kullanılmaması istikametinde tedbir aldığını anlatmıştır. Otomobil lastiği tanıtımı yapanların bile, mini etekli kadınları meta olarak kullandığını ifade etmiştir. Sonunda sözü çıplaklığa getirerek sokaklar kasap dükkânına döndü diyerek çarpıcı tespitte bulunmuştur.
Resul Tosun, Star gazetesindeki köşesinde “Konakçı hocanın söylediklerinde bir yanlışlık yok, kasap dükkânı benzetmesini tasvip etmediğimi belirtmekle birlikte, hoca da bu konuda ilk değil. Laurie Penny isimli bir feminist batılı yazar “Meat Market: Female Flesh Under Capitalism/Et Pazarı: Kapitalizmde kadın bedeni” adında bir eser yazmıştır ve o eser, bu adla 2018’de Türkiye’de yayınlanmıştır. Penny, kapitalizmin kadın istismarını kendi açısından anlatmış, Halil Konakçı hoca da meseleye İslamî açıdan bakmış ve çıplaklığı eleştirmiştir. Yani biri et pazarı ötekisi kasap dükkânı derken ikisi de aynı şeyi söylemiştir” diye yazmış.
Evet, feminist Batılı yazara gıkları çıkmayanlar, Müslüman olduğu için Konakçı hocaya “kadını aşağılıyor” diye bayrak açtılar. İşte buna gabilik ve embesillik denir.
Gürsel Tekin namlı milletvekilinin “"Hoca, seni hayallerinin ülkesine kavuşturacağım. Kabil'e tek gidiş uçak biletin benden. Bavulunu topla hemen rüyana kavuş. Laik Cumhuriyetin ekmeğini yeme. Tam istediğin hayatı yaşa.” diyen twetine ne demeli? Be adam! Silah zoruyla, idamlarla, sürgünlerle, faşistçe toplumu sindirerek batıdan ithal ettiğiniz dayatma devrimlerinizle, bin yıldır İslam’a analık etmiş Anadolu topraklarında kurduğunuz kaçak gecekondu devletiyle bu ülkenin sahibi mi olduğunuzu zannediyorsunuz? Ecdat bu toprakları; “Zorbaca usullerle şeriatı kaldırın ve laikliği ilan edin” diye düşmandan kurtarmadı. Cephede şehit olan atalarımız “Şeriat, hâkimiyetini sürdürsün” diye can verdiler, laiklik ilan edilsin diye değil… Uçak bileti alınması gerekenler, bu topraklarda kaçak gecekondu devletiyle ülkeyi sahiplenmek isteyen sizlersiniz, Müslümanlar değil… Yedi Güzel Adamdan biri olan merhum Rasim Özdenören’in dediği gibi: "Hem bu deveyi güdecek hem bu diyarda kalacağız. Çünkü deve de bizim diyar da."
Halil Konakçı hocanın üslubuyla ilgili bizim cephedeki sese kulak verdiğimizde, “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et.” (16/Nahl:125). Ve “Firavuna gidin çünkü o iyiden iyiye azdı. Ona yumuşak söz söyleyin. Umulur ki öğüt alır veya korkar.” (20/Tâhâ: 43-44) ayetlerini cımbızla çekerek Halil Konakçı hocanın üslûbunun sert olduğunu, böyle tebliğ dili olamayacağını ifade buyurduklarını görürüz.
Efendiler! Bugün Müslümanlar ile İslam karşıtları arasında yapılan bu restleşmeler, bir tebliğ değildir. Tarih boyunca Hak-batıl mücadelesi hep olmuştur. Bu mücadele bazen cephede sıcak harp olarak devam etmiş, bazen de soğuk harp/fikir savaşı olarak sahada devam etmiştir. Bu mücadelenin ilk safhası, yumuşak dille, hikmet ve güzel sözle tebliğdir. Karşı taraf bu dilden anlamıyor, çirkefleşiyor, İslam’ın izzetine dil uzatarak hakaretler yağdırıyorsa, usul ve sözün şekli değişir. O zaman durum, tebliğ olmaktan çıkar, fikir harbine dönüşür. Hz. Musa ve Hz. Harun ilk merhalede Firavuna tatlı dille mesajı götürdüler. Firavun da teşekkür edip başım gözüm üstüne demedi. “Sizin en büyük rabbiniz benim,” (79/Naziât:24) bana rağmen yeni din ha diyerek kılıcını çekti ve İslam düşmanlığını artırarak devam ettirdi. Firavun azgınlaştıkça Hz. Musa ve inananlar, hep alttan alıp yumuşak dil, hikmetli ve güzel sözde takılıp kalmadılar. Onlar da kılıçlarını çekti ve bu iş Kızıl denizde Firavunun boğulmasına kadar devam etti.
Bizim cephenin bazı yazarçizer entelleri âdetâ, “Hocalar hep Zeki Müren'in ‘düşman al sana bir bomba’ üslubunu kullansın” diyor. Bu toplumun Hz. Ömer celadetine ve Hz. Ebu Zer dobralığına da ihtiyacı vardır. Konakçı "Sokaklar kasap dükkânına döndü. Et yığını görmekten içimiz dışımıza çıktı" demeseydi de "Çok azize hanım kardeşlerim! Örtünmeyi ihlal ediyorsunuz. Lütfen yapmayın bunu. Haydin tesettüre bürünün Allah rızası için" deseydi et yığını haline gelmiş kadınlar "Halil Konakçı hocamız bakın kibarca bizi uyarıyor, haydin kapanalım" mı diyeceklerdi?
Ve yine bizim mahallenin bazı muharrirleri Rasûlullah’ın üslubundan bahsediyor da Allah'ın üslubuna yanaşmıyor. Allah, vurucu teşbihler yapar. Mesela Müddessir Suresinin 49-51. ayetlerine bakın, orada Kuran'dan öğüt almayıp ısrarla yüz çevirenleri "Arslandan ürküp kaçan yaban eşşeklerine" benzetir.
Münafikun suresinin 4. ayetine bakın, orada da münafıkları "Elbise giydirilmiş kütüklere" benzetir.
Kalem suresinin 10-14. Ayetlerine bakın Velit b. Muğîre hakkında "Alabildiğine yemin eden, alçak, daima kusur arayıp kınayan, durmadan lâf götürüp getiren, iyiliği hep engelleyen, mütecâviz, günaha dadanmış, kaba ve haşin, bütün bunlardan sonra bir de soysuz kimselerden hiçbirine, mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme.” diyerek alçak, şerefsiz, soysuz ifadelerini kullanır.
"Hikmetle ve güzel öğütle çağır" diyen Allah, böyle de üslup kullanmıştır. Ve bu ayetleri diliyle kitlelere karşı okuyan Rasûlullah da bu üsluba ortak olmuştur. Öyleyse Allah'ın bir ayetini cımbızla çekip bütün hükümleri onun üzerine bina edemezsiniz. Olaya Kur'an bütünlüğü içerisinde bakarak orta bir yol bulursunuz. O da, aslolan güzel söz ve hikmetle tebliğdir. Ama azgınlaşma ve inatlaşmanın olduğu durumlarda üslup sertleşebilir, benzetmeler şok edici olabilir. Yüce Allah'ın, yukarıda verdiğimiz ayetlerdeki benzetmelerinde olduğu gibi.
Biz, bir Müslüman bir şey yaptığı ya da söylediği zaman "O da yapmayaydı, söylemeyeydi. Boyundan büyük laflar etmeyeydi. Taşı havaya atıp altına kafasını uzatmıştır" türünden sahip çıkma yerine suçlama yolunu tercih ederiz. Kâfirler de adamına sahip çıkar. Yakın geçmişte, gazeteci Sedef Kabaş, Cumhurbaşkanına ağır hakaretler yapmıştı da bütün ateist, deist, laik, kemalist ne kadar İslam düşmanı varsa hep bir ağızdan bu hakaretin, bir “ifade özgürlüğü” olduğunu haykırmışlardı.
Konunun tam burasında, vaktiyle Bursa’da bir Müslüman, bugünkü adı Arap Şükrü olan semtte çeşme yaptırmıştı da “Bu çeşmeden Müslümanların içmesi haram” yazdırmıştı ya, o olayı da lütfen hatırlayın.
İşte bizim bazı yazar takımının, Halil Konakçı’nın üslubu üzerinden muhalif tutum ortaya koyarak azgın azınlığın değirmenine su taşıması da, “Bu çeşmeden Müslümanların içmesi haram” hikâyesinde ortaya konulan klasik Müslüman tavrıdır.
Zaman; armudun sapı, üzümün çöpü bahaneleriyle, senin dile getiremediğini cesurca -sonunda hamallık yapmayı da göze alarak- dillendiren bir hocaya racon kesme/ayar verme zamanı değil, kılıçlarını bilemiş kadim İslam düşmanı tescilli kâfirlere karşı, Halil Konakçı hocaya sahip çıkma zamanıdır. Konakçı hocanın çizgisinde biri değilim, onun kullandığı bazı zayıf ve uydurma haberlere benim tavrım vardır. Ama şimdi onları ileri sürerek hocayı kurda kuşa yedirmeyiz.
Kısaca deriz ki, Tebliğ ve nasihat ile soğuk savaşı/fikir harbini birbirine karıştırmayalım. Soğuk savaşın mermisi kelimelerdir. Karşı taraf kelimeleri ile İslamî değerleri yaralarken "Efendim Allah hikmet ve güzel sözle tebliğ edin" buyuruyor deyip, öbür taraftan fikir harbi ortamında kullandığı ifadeleri görmezden gelemeyiz. Olaylara parçacı yaklaşılmaz, Kur’an bütünü içerisinde bakılır. Elmalarla armutları karıştırıyoruz. İslam'ın izzetini korumak gerekirken ezikleri oynuyoruz.
“Halil Konakçı, ilmi siyaseti hiç bilmiyor” diyerek “ilmi siyaset” zırhının arkasına sığınıp söylenmesi gerekeni zamanında söylemeyerek suspus olmak, İslam'ın izzetini ayaklar altına vermektir. "Doğruyu söylemeniz gereken yerde söyleyin. Bu sizin rızkınızı daraltmaz ve ecelinizi de öne almaz." (Beyhaki, Şu’abu’l İman, 7172) ve “Kim, insanları kızdırma pahasına Allah’ın rızasını hedeflerse, insanların vereceği sıkıntıya karşı Allah ona yeter. Kim de Allah’ı kızdırma pahasına insanların rızasını hedeflerse Allah onu insanlara havale eder.” (Tirmizi, Zühd 64 h.no:2414) buyuran bir peygambere kulak vermeyip, rölatif/göreceli bir kavram haline getirdiğimiz ve kendimizi sorumluluktan kurtarma mazereti olarak kullandığımız "ilmi siyaset"le avunmanın zamanı hiç değil. Sözlü ifade, bir insan hakkıdır. Bunun siyaseti olmaz. Doğrunun ifade edilmesinin önünde engel yoktur. "Şehitlerin efendisi amcam Hamza ve zalim hükümdara hakkı söylediği için öldürülendir" (Ebû Dâvûd, Melâhim,18;Nesâî, Bey'at,38) hadisi, sonunda ölüm de olsa, hakkı söylemenin önünde engel olmadığını gösterir. Zalim birine hakkı söyleyen adama "Sende hiç mi ilmi siyaset yok? Biliyorsun ki bu adam zalim. Ona, aykırı bir söz söylersen seni idam ettirir. Bunu bilmeliydin" diyemezsiniz. Bizim söyleme cesareti gösteremediğimizi, cesur yürek biri söylüyorsa ona “ilmi siyaset” oku doğrultacağımıza bu hadisleri hatırlayıp tebrik ve dua edelim.
"Bu üslupla kaç kişi Müslüman oldu" sözü de moda oldu. Böyle diyenlere; “Diyanetteki, bilindik üslubuyla vaaz eden vaizler, kaç kişinin hidayetine vesile oldu?” diye sormak da bizim hakkımız. Amcası Ebu Talib’e her zaman iyi muamele gösteren, yumuşak davranan Peygamberimiz, ona hidayet veremedi. Çünkü insanlar hidayet verici değildir. Kime, nasıl hidayetin nasip olacağını biz bilemeyiz, Allah bilir. Bize düşen, İslamî doğruları her ortamda, o ortamın üslubu neyi gerektiriyorsa o şekilde söylemektir.
Öyleyse son sözümüz: Diyanet teşkilatı, tescilli İslam düşmanlarının gazına gelerek, cesur yürek bir hocasını harcamasın, sahip çıksın. Yasin Gündoğdu hocaya yaptığını yapmasın. Vesselam.