Halide Edib Adıvar'ın bakışıyla Hindistan

Mohd Manazir

Halide Edib Adıvar 1935 yıllarında Hindistan'a gider. Hindistan gezisine dair gazetelerde yazılar yazar bu yazılar ilk önce İnside India adıyla İngilizce basılır (1937, Oxford University press). Daha sonra da Hindistan'a dair ismiyle yayımlanır. Halide Edib Adıvar bu kitapta Hindistan'ı alakadar olumlu ve olumsuz her şey ele alır. Kitabın başlangıcında şöyle der. "Hindistan'ı kendi ruh iklimime yabancı bulamadım. Hindistan'ın Hinduları da kendime yakın buldum." Vaktiyle misafir olduğum evin Hindu hizmetçileriyle tanıştım. Hizmetçiler dışında okuryazar ve Hindistan istiklal davasında aktif rol oynayan Sarojini gibi kadınlarla da. Bunların her birisinin tek derdi İngiliz İmparatorluğu kölelik sistemini kaldırmaktı. Gündüz İngilizlere hizmet eden kişiyi akşam İngilizlere karşı plan kurduğunu görünce dedim ki İngilizlerin sayılı günleri kaldı Hindistan diyarında. Şunu da ilave etmek lazımdır ki farklı din ve mezhebe ait olmalarına rağmen birlik ve beraberlik içerisinde yaşıyorlar ve bağımsızlık konusunda ciddi bir mücadele ediyorlardı.

            Yazar kitabında Hint kültürünü, bayramlarını ve insan davranışlarını naklederken bir yerde şöyle der. Hindistan sokakları kıyamet gibi kalabalık özellikle şehirleri. Kıyafet ve renklerle kendilerinin hangi eyaletten geldiklerini belli ederler. Konuşmak Hindistan’da büyük bir illettir. Ama bazen öyle susmalar oluyor ki bir cilt kitaptan daha çok şey öğretiyor. Çoğu yerde bulunmaz örf ve adetleri vardır. Onlardan bir tanesi: “ister misafir ister yerli olsun, herkes nereye giderse gitsin, mutlaka yatağına beraber götürür.” Hindistan’da en büyük sıkıntı Hinduizm’deki kast sistemidir. Her ne kadar derecesi aşağı olursa olsun, ecdatlarından kalma dinlerini savunmak için her zillete katlanmaya hazırlardır. Bu da din realitesidir.

            Hindistan kadınlarından söz ederken şu cümleleri kurar: Ufak tefek kadınlar belki yaşları daha yirmiye ulaşmamış fakat elli yaşında gibi sakin ve ağır. Özellikle Lucknow kadınları. Buranın kadınları bizim halis İstanbul’un şakacı, mütecessis kadınlarına benzer, dedikodularına bile zarafet ve üslup veren kadınlar. Lucknow Müslümanlarında çok Türk kanı olduğunu söyleyebilirim. Gittiğim her yerde Hint Müslümanlarının Türklere karşı büyük bir sevgi beslediklerini gördüm. Gittiğim her yerde Müslümanların bana yağdırdığı muhabbetini görünce Hindulardan şu cümleyi duydum. “Bu Müslümanlar vatandaşlarından daha çok Türkleri seviyorlar” Gerçekten de Hint Müslümanları Türkiye’yi çok severler. Bu sevgiyi biz 1912’de Balkan Harbi münasebetiyle Dr. Ensari ile beraber İstanbul'a gelmiş Hilal-i Ahmer’inden anlamalıyız. Ben Hindistan'a gitmeden önce el-Beruni’in Tahkik-i Hind eserinin İngilizcesini okumuştum. Hindistan'ın ilmi ve içtimai hayatına dair yazılmış en iyi kitaplardan biri olduğunu bilirim ancak Hindistan'a gidip görmek bambaşka bir şeydir. Bu seyahat sırasında gördüğüm her şey bana birçok şey kazandırdı. Her eyaletin belki her şehrin apayrı bir kültürü vardır. Burada orta ve fukara sınıfı ayırt etmek oldukça müşküldür. Zenginler umumiyetle hizmetçileriyle seyahat ederler. Erkekler rengarenk sarık sarar ve bere giyer, kadınlar ise sari. Çok sıcak bir memlekettir Hindistan. Köye giden yollar hâlâ berbat. Her yer toz. İnsanın ağzı, burnu ve ciğerleri toz içinde nefes aldırmayacak bir derecede. İnsanlar çok sakin ve neşeli, Hindistan bana hâlâ sazlarla akort etmekle meşgul, muazzam bir orkestra heyeti hissini veriyor. Halide Edib Adıvar kitabın sonunda şu cümleyi yazar “Hindistan’da birçok şey öğrendiğimi vuzuhla hissettim.” Ben de yazarın 99. sayfasında yazdığı cümle ile yazımı bitiriyorum. “Tarihe meraklı bir Türk için Hindistan'ı tetkik biraz da kendi mazisini mukayeseli bir şekilde yaşamak demektir.”