Elbette teşekkür ediyoruz, Hakimlerimiz ve Savcılarımız yapılan bütün spekülasyon, haksız atama, haksız imtihan kazanma, haince kadrolaşmaya rağmen milletimizden, ülkemizden ve en önemlisi de Yargının Bağımsızlığından yana tavır almışlardır.
Kim ne derse desin, Pazar günkü seçimlerin sonucuna göre şunu ifade edebiliriz: Yargımız Cumhuriyet Döneminde ilk defa bağımsızlaşma fırsatını yakalamıştır.
1920’lerde, 1930’lar da yargıçlar kendilerini rejimin aziz koruyucuları gördükleri için, rejimi halktan korumak göreviyle, çok rahat bir şekilde insanların ölümlerine karar verirlerdi.
1950’li yılların yargısını okumuşsunuzdur, okumadıysanız okuyun, o zamanlar yargıçlar ülkemizde hükümet ile devlet ayrıymış gibi ifade eder ve devleti hükümetten, (evet yanlış ifade etmiyorum, milletin seçtiği ve devleti yönetsin diye yetkilendirdiği hükümetten) korumak için durumdan vazife çıkarırlar hükümetin attığı her adımı engellemekle kendilerini birinci derece vazifeli görürlerdi.
Yargıçlar, savcılar ne yazık ki apoletliydi adeta ve işin daha kötüsü düşük rütbeli apoletlilerdendi ve emir alırlar, aldıkları emirleri yerine bir hakkın getirirlerdir.
60’lı yıllara geldiğimizde darbenin görevlendirdiği yargı memurları tam anlamıyla katliam yapmakta hiçbir beis görmediler ve halkımızın seçtiği başbakanı, bakanları astılar.
70’li yıllar, 80’li yıllar yine aynıydı, 90’lı yıllara geldiğimizde de pek farklı değildi.
28 Şubat garabetinin en büyük sorumlusu ülkemizdeki yargı mensupları değil midir?
Ve geldik çattık 2000’li yıllara…
İşte bakın 2000’li yıllarda verilen kararlara; adaletli, adil, milleti önemseme var mı?
Yahu sanki hükümet hangi kararı alırsa kendisini o kararı iptal etmekle görevli zanneden jakoben jandarmalara dönüşmüyor muydu hakimlerimiz - savcılarımız?
Ama 12 Eylül 2010 yılında yapılan Anayasa Değişikliği ile biraz umutlandık, dedik ki, “artık yargı millete saygı duyacak, mahkemelerimiz bizi hizaya getirme saikı ile hareket etmeyecek.”
Ve tam sevinirken paralel ihanet çetesi ile adeta bu sevinç burnumuzdan geldi ve bu günlere geldik.
Cumartesi günü yazımda, “bu ülkenin yargıçları, bu ülkeyi sevmiyor mu?” diye sormuştum?
Sevdiklerini gösterdiler, yargının gelişmemize bir bağ oluşturmayacağını, tarafsız ve bağlantısız yargı sistemini arzu ettiklerini, yargıçlarımız, savcılarımız sandıklara verdikleri oylarla ilan ettiler.
Bu gelişme hepimizi mutlu etmiştir, biz “yargı bizim etkimizde olsun” demiyoruz, şu inancın, bu inancın, şu partinin etkisinde olsun, demiyoruz.
Yargı bağımsız olsun, bağlantısız olsun, adil olsun, diyoruz.
Adil bir yargı bir milletin en önemli can damarıdır.
Kime güveneceğiz? Sorusuna, hiç tereddüt etmeden, “Yargıçlarımıza”, diyebilmeliyiz.
Demeliyiz.
Ama bu konuda en önemli görev yargının mensuplarına düşmektedir.
Yargı bağımsız olmalıdır, yargıç onurlu, adil olmalıdır.
Türkiye’nin büyüklüğünün, Türkiye’nin gelişiminin yolu buradan geçiyor.
Neticede yargının bağımsızlığına, yargının adaletine, bağlantısızlığına hepimizin, her vatandaşımızın ihtiyacı vardır.
Tabi burada Hukuk Fakültelerinde yapılması gerekenler var.
Bir kere Hukuk Fakültelerinde hukuk derslerinin yanı sıra felsefe, mantık ve din dersleri de konmalıdır.
Yargıç, vicdanından korkmalıdır, yüzüne baktığı insanlardan korkmalıdır, utanmayı bilmelidir, ar damarı çatlamış olmaması gerekir ve Allah’tan korkmalıdır.
Ve devletimizin adalet isteğine güvenmeli, yanlış yaparsa sorulacak hesaptan korkmalıdır.
Fakat şunu ifade edeyim, bence devlet ve hesap sorma konusu çok sonra gelir, insandan utanmayan, Allah’tan korkmayan devletten korksa ne olur? Sistemini uydurduğunda en büyük yanlışları çok rahat yapabilir.
Yıllarca bu toplum seküler sistemle, dinsiz eğitimle merhametsiz, vicdansız, ahlaksız yapılmaya çalışıldı. Belirli bir oranda başarılı da oldular. Ama bu değişmelidir.
Yargıçlarımızın görevi rejimi korumak, hükümeti korumak, devleti korumak değildir, yasalar çerçevesinde adil bir şekilde karar vermek ve topluma yargının, adaletin kestiği parmağın acımayacağını göstermektir.
Pazar günü umarım bir başlangıç olur, umarım ülkemizde Yargı Erkinin bağımsızlığı kesin ve net bir şekilde sağlanır.
Ve umarım HSYK seçimlerinde yargıçlarımızın, savcılarımızın ellerinin tersi ile şamarı indirdikleri paralel ihanet çetesine Konya Baro Seçimlerinde de gereken yapılır ve yargı bağımsızlığı, ülkemizin özgürlüğü için paralel ihanet çetesinin listesi ve adamları yerle bir edilir.
Bağımsız Türkiye’nin, güçlü Türkiye’nin, demokrasinin, gelişen ekonominin, insanların huzurunun, Yeni Büyük Türkiye’yi kurmanın yolu Bağımsız Yargıyı oluşturmaktan geçiyor.
İlk adım atıldı, sırada Konya Barosu var, sırada Anayasa Mahkemesi var, sırada Yargıtay var, sırada Danıştay var…
Demek ki daha yapılacak çok iş var…
Öyle ise durmak yok, Bağımsız Yargıyı savunmaya, onurlu mücadeleyi vermeye devam…