Hakikat kavramı yüzyıllardır hep merak edilir, üzerine kafa yorulur. Hakikat en kısa şekliyle ‘her şeyin gerçek tabiatına uygun olmasıdır’ şeklinde tanımlandığı zaman aslında daha fazla lafa ve değerlendirmeye ihtiyaç bulunmaz.
Bu manada yapılan İslam dini ile ilgili Batıda yapılan değerlendirmelerin, ülkemiz açısından yapılan yorumların hakikat çerçevesinde yeri bulunmuyor. Müslümanların bir kısmı teröre prim verebilir; bir kısmı terör hareketleri içinde olabilir; hakikat hilafına hal ve tavırlar takınabilirler.
Fakat İslam dininin bu noktada bir kabahati yok. Problemler Müslümanlardan kaynaklanıyor. Hakikatten uzak kalındığı zaman insanımız nesneleri, olayları ve değerleri yerli yerince konumlandıramıyor.
Aslında bizim üzerinde durmamız gereken asıl mevzu bu üçlünün sağlıklı bir şekilde tanımlanması. Bu elimize çok sağlıklı bir ölçü de kazandırıyor.
Batı tarzı, pozitivist düşüncede sadece nesnelere ve olaylara yer verilir. Nesneler arası ve olaylar arası ilişkileri kavrayabilenlerin hakikate ulaştıkları kabul edilir.
Lakin bizim anlayışımızda buna bir de değerleri eklemek gerekiyor. Olaylara ve nesnelere değer merkezli bir yaklaşımla bakma ihtiyacı ortaya çıkıyor.
Değeri merkeze alırken cevaplamanız gereken bir başka soru gündeme geliyor: Hangi değerler? Makul insan, insan tabiatına uygun değerleri gündemine alacaktır. Burada da yaratılışımızın esrarı ve Yaratanın rızası gündeme gelir.
Bu açıdan Ehli Kitap milletlerde herhangi bir sorun yok. Problem inanmadığını söyleyenlerde ve ehli dünyada. Zira onların değerleri fıtrata aykırı olduğu için makul de değil, mantıklı da.
Bütün bunları hatırlama nedenimiz çevremizde olup, bitenler. Fransa’daki olaylar üzerinden çöktürülmeye çalışılan kara bulutlar, çevremizde şiddete ve baskıya maruz kalan onca milletler.
Dünya maalesef mutlak manada ‘hakikat’ peşinde değil. Olay ve nesne merkezli bakış açılarıyla ‘benim menfaatim’, ‘diğerinin çıkarı’ çerçevesinde yaklaştıkları olaylar ve insanlar doğal olarak hastalıklı bir şekilde sonuçlanıyor.
Hakikatin izafi olduğunu söyleyenler de aynı mantıkla yaklaşanlar. Değer faktörü eksik kaldığı için, nesnelerde ve olaylardaki değişiklikler ölçüleri de illetli hale getiriyor.
Türkiye’deki terör, iktidar sahiplerine yöneltilen abartılı ve haksız eleştiriler ve IŞİD kaynaklı şiddet hareketleri hep bu nedenden dolayı ortaya çıkıyor.
1 Kasım seçimleri sonrasında birkaç yazıya konu ettiğim eğitim ve kültür merkezli tartışmaların ana nedeni de bu. Toplumun değerler eğitimine ihtiyacı var. Bu değerler de bizim kadim değerlerimiz olmak durumunda. Doğrudan doğruya kendisinden beslendiğimiz, fıtrata uygun temel değerlerimiz.
Bunu sadece sivil toplum kuruluşları yapmayacak. Sadece kamu kurumları ya da örgün öğretim kurumları da değil. Tüm toplum kendine mesele edinecek. Yani, ailelerden başlamak kaydıyla, herkes.
Hakikati bulmak o kadar kolay da değil. Zira üçlü arasındaki ilişkilerde ve dengede kantarın topuzunu kaçırma ihtimali her zaman mevcut. Birine biraz daha fazla ağırlık verdiğinizde hakikatten uzaklaşmış oluyorsunuz.
Karınca, kararınca olması gereken değerler hep aynı minval üzere. Değeri abartırsanız nesneleri ve olayları ıskalama durumunuz ortaya çıkar.
Bunu özellikle siyasi gücü kullananlar ve kamu yetkisi ayrıcalığından yararlananlar dikkate almak durumunda. Zira onların kullandığı yetkinin boyutları ve kapsamı çok mu çok geniş.
Bize düşen hakikat peşinde olmaktır.
Onu sağladığımız zaman diğerleri olur, gider.