Babasını toprağa veren Ayvaz ağa hayatının en acı günlerinden birini yaşıyordu. Her kesin bildiği şen şakrak hali, yerini konuşmayan ve başını öne eğip düşüncelere dalan bir hale bırakmıştı. Köylüler aralarında konuşurlarken lafı döndürüp dolaştırıp Ayvaz ağa’nın durumuna getiriyorlar, bir an susup sonrada; “Allah sabır versin.” Diye söyleniyorlardı. Ayvaz ağa belli ki derin acılar içindeydi. Son pişmanlık fayda etmezdi. Babası her gördüğünde ona; “Evladım bırak bu melanet işleri, yola gel yola.” Diyor, o da babasına; “Valla yoldayım baba.” Diyerek biraz da müstehzi bir gülüşle onun sözlerini hafife alıyordu. Peşini bırakmayan, devamlı olarak ona güzelliği ve erdemli olmayı öğütleyen babası şimdi yoktu. Günler sonra taziye ziyaretleri bitti. El ayak çekildi. Kapatması Gümüş’ü karşısına alıp; “Oturak âlemine tövbe ettim. Seni de köyüne götürüp Anana teslim edeceğim.” Dedi. Bu sözü duyan Gümüş, beyninden vurulmuşa döndü. Epeyce bir şaşkınlık yaşadıktan sonra; “Sen ne diyorsun Ayvaz, aklın başında mı?” Diye çıkıştı. Aklı başındaydı. Karar vermişti. Bundan böyle işinde gücünde yaşayıp gidecekti. İçinden insanlara faydam olmasa bile, en azından zararım olmaz. Diye geçirdi. Sağlığında rahat ettiremediği babasını, mezarında rahat ettirmek ve kemiklerini sızlatmamak düşüncesindeydi. O gün apar, topar hafız İsmail’e, mektebi açsın diye haber gönderdi. Haberi duyan hafız İsmail kulaklarına inanamadı. Kendi kendine Allah’ımın işine bak! Diye söylendi.
Önce Tam Ali, sonra Ayvaz ağa adına; “Oturak âlemi” Denilen ucube geleneğe veda etmişlerdi. Olmayacak şey olmuş, sanki bir mucize gerçekleşmişti. Öğle namazından çıkan cemaat hafız İsmail’i adeta ayakta alkışladı. Muhtar kara Mustafa hafız İsmail’e sarıldı. Gözyaşları içinde; “Allah senden razı olsun hafız. Kimsenin yapamadığını sen yaptın.” Dedi. Hafız İsmail, “Ben bir şey yapmadım muhtarım. Nasip bugüneymiş.” Diye cevap verdi. Kalabalığa; “Buyurun çaylar benden.” Diye bağıran köse bakkal, hafız İsmail’e teşekkür etmek için sabırsızlanıyordu. Köylülerin mutluluğu yüzlerinden okunuyordu. Birden köy otobüs’ünün kornasının kulakları tırmalayan sesi duyuldu. Şehirden gelen otobüsten inen Tahsin ağa ile Gazi Çavuş bir müddet kalabalığa göz gezdirdi. Daha sonra yanlarına gidip, hal hatır sordular. Duydukları haber onları da sevindirmişti.
Köyde işler düzene girmeye başlamış olsa da, hafız İsmail şehre taşınmayı çoktan aklına koymuştu. İlk fırsatta Tahsin ağa ve Gazi Çavuşla istişare edecek, ardından muhtar kara Mustafa’ya köyden ayrılma kararını bildirecekti. Zaten taşınmak için hazırlığını tamamlamış, şehirden aldığı evin bile ufak, tefek eksiğini gidermişti.
Muhtar kara Mustafa’ya verdiği kararı söyleyince muhtarın rengi attı. Oturduğu yerden kalkarak; “Olmaz hafız, olmaz. Hayatta bırakmayız seni.” Diye gürledi. Sonra da; “Neyine sıkıldın, bak her şey yoluna giriyor.” Diye söylendi. Hafız İsmail kararından vazgeçmek niyetinde değildi. Muhtar ne söylediyse onu ikna edemedi. Sonunda kabul etmekten başka çaresinin olmadığını anladı.
Eşyalar traktör kasasına özenle yerleştirildi. Neredeyse bütün köy hafız İsmail’i uğurlamak için oradaydı. Ayvaz ağa ve tam Ali’den tutun da, topak Nedim, süslü Osman ve Hamit Efendiye kadar. Muhtar kara Mustafa ile Tahsin ağa ve Gazi çavuşun ağızlarını bıçak açmıyordu. Kadınlar evlerinde yaptıkları yollukları hafız İsmail’in hanımı Fadime’nin eline tutuşturup ona hayırlı yolcuk dilediler. Ayrılık vakti gelince hafız İsmail’in yüreği hüzünle doldu. Kirpiklerinden yanağına damlayan gözyaşları içini tuz buz etmişti.
Kıymetli okuyucularım;“Hafız İsmail” Adlı yazı dizisi bu bölümle son buldu. Bu çalışmanın redaksiyonu bitince kitaplaştırıp sizin engin gönüllerinize emanet edeceğim inşallah. Haftaya görüşmek umuduyla esen kalınız, esenlik içinde olunuz.