Gece yarısına doğru tam uykuya dalacaktı ki, sokak kapısının şiddetle çakıldığını duydu. Yatağından yıldırım hızıyla fırladı. O sırada uykusundan uyanan ve neye uğradığını şaşıran hanımına; “Merak etme! Köylülerden biri hastalanmıştır.” Dedi. Yatağının yanında duran el lambasını alarak kapıya koştu. Kapı tokmağını hızlıca sağa doğru çekip kapıyı açtı. Kapının önünde üstü başı pejmürde halde duran tam Ali’nin hanımını görünce adeta küçük dilini yutacakmış gibi oldu. Bir an şaşkınlıktan ne diyeceğini ve ne yapacağını bilemedi. Aradan birkaç dakika geçtikten sonra; “Zümrüt abla siz ha!”Diye söylendi. Tam Ali’nin hanımı Zümrüt; “Allah rızası için beni kurtar hafız.” Diye inledi. Daha sonra kendini kapıdan içeri atıp ağlamaya başladı. Önde hafız İsmail, ardında Zümrüt avluda yürüyerek evin kapısına doğru ilerlediler. Evin kapısını yavaşça açan hafız İsmail, kısık bir sesle; “Buyur abla” Diye fısıldadı. Evin içinde korkuyla tedirginliğin kol gezdiği bir atmosfer oluşmuştu. Hafız İsmail’in hanımı Zümrüt’ü karşısında görünce şaşkınlığı bir kat daha arttı. Ona bunu belli etmemeye çalışarak; “Gel şöyle otur Zümrüt abla” Dedi. Derin bir uyku çeken çocuklarının üzerinden atlayarak pencere bacasında duran gaz lambasını yaktı. Ortalık aydınlandıkça Zümrüt’ün çaresizliğini haykıran siyah gözleri belirmeye başlamıştı. Saçı başı karışmış, benzi sapsarı kesilmişti. Sağ gözünün altında kocaman bir morluk, çenesinden boğazına doğru uzanan ve bıçak kesiğini andıran bir yara vardı. Hafız İsmail; “Bu ne hal abla” Demeye kalmadan Zümrüt yeniden ağlamaya başladı. Arada bir; “Aman çocuklar uyanmasın.” Diyor, kısık bir sesle ağlamasına kaldığı yerden devam ediyordu. Onun bu durumu hafız İsmail ile hanımı çok üzmüştü. Daha sonra Zümrüt’ün sakinleşmesiyle dilinin çözülmesi bir oldu.“Bütün bunların sebebi o Sevda denen yosma.” Diye başladığı konuşmasını; “ Kendisiyle uğraştığım yetmezmiş gibi birde kapatmasıyla uğraşıyorum. Zümrüt mezeleri hazırla, Zümrüt odayı temizle, Zümrüt, Zümrüt. Canımdan bezdim vallahi. Allah’ın her günü bu çileyle boğuşmaktan bıktım Ali, bırak da bir nefes alayım deyince birden celallenip üzerime saldırdı. Bende kapıyı çarptığım gibi kendimi sokağa attım. Aklıma ne anamın, ne de kardeşlerimin evi geldi. Dosdoğru size koştum hafız.” Diye sürdürdü. Hafız İsmail onu; “Merak etme ablacığım, inşallah bugünlerde geçecek.” Diye teselli etse de, ateş düştüğü yeri yakardı. İçinden, kim bilir bu ayyaş takımından daha neler göreceğiz diye geçirdi. Yavaşça yarın ola hayrola diye mırıldandı. Hanımının penceresi örtme(mutfak)’ye bakan küçük odaya hazırladığı yatağa uzandı. Hava serindi. Misafirleri için kullandıkları yorganı üzerine örttü. Ancak tek yorganla ısınmak mümkün değildi. Seher vaktinin girmesine daha çok zaman vardı. Uyumaya çalıştı. Soğuktan uyuyamayınca oracıkta gezinmeye başladı. Birden aklına camiye gitmek geldi. Ne de olsa caminin sobası vardı. Sobayı yakar, biraz olsun ısınırdı. Sonra da cemaatin gelmesini beklerdi.
Namazdan çıkarken gözüne ilişen Zümrüt’ün kardeşi İlyas’a; “İlyas beni bekle.” Diye seslendi. İlyas diğerlerine benzemezdi. Anlayışlı ve sabırlı biriydi. Kapının çıkışında İlyas’ı karşısına alıp ona olup bitenleri anlattı. İlyas sinirlerine hâkim olamadı. Birden; “Hafız hangi birini anlatayım bilmem ki, bu adam ablamı kanser edecek.” Diye bağırdı. Birkaç dakika süren sessizlik, “Ben yapacağımı biliyorum.” Diyen İlyas’ın sesiyle bozuldu. Hafız İsmail İlyas’a; “Öfkeyle bir yere varılmaz. Sakince düşünüp ne yapacağımıza karar verelim.” Dedi. İkili konuşurken çoktan gün ağarmış, Güneş yüzünü göstermeye başlamıştı. (devam edecek)