Hafız İsmail’i canından bezdirip köyü terk etmesi için türlü dolaplar çeviren Ayvaz ağa, yeni planlarını uygulama peşindeydi. Yanına tam Ali’yle süslü Osman’ı da alarak muhtar kara Mustafa’yı ziyaret etti. Muhtar kara Mustafa onların yanında süslü Osman’ı görünce şaşırdı. İçinden Osman ne ara bunların safına geçti diye düşündü. Şaşkınlığı geçer geçmez ceketinin cebindeki sigara paketini çıkarıp, “Buyurun” Diyerek önlerine uzattı. Ayvaz ağa alaysı bir tavırla;“Ulan muhtar hala bunumu içiyorsun? “ Diyerek bir kahkaha attı. Daha sonra; “Bu benim boğazımda gıcık yapıyor, sağ ol!” Diye ilave etti. Yanındakilere kendi paketinden birer sigara uzattı. Sigara dumanları zikzaklar çizerek tavanın hasır zemininde kaybolurken, birden hiddetlenen ve ortamı buz gibi yapan Ayvaz ağanın sesi duyuldu. Ayvaz ağa, bir müddet muhtar kara Mustafa’nın gözünün içine bakarak olur olmaz sözler sarf etmeye başladı. Daha da ileri giderek; “Bak muhtar, o hafız bozuntusunu bu köyden göndermezsen ben sana da o adama da yapacağımı biliyorum.” Diyerek tehditkâr bir biçimde konuşmasını sürdürdü. O anda hışımla ayağa kalkan muhtar kara Mustafa; “Defol ulan sarhoş herif! Hala ağzın leş gibi kokuyor. Git elinden ne geliyorsan ardına koma.” Diye bağırdı. Ayvaz ağanın suratı kızardı, gözleri çanağından çıkacakmış gibi oldu. Tam bir birlerine gireceklerdi ki, dışarıdan bir bağırtı duyuldu. Elindeki bastonunu yere vurarak odaya giren Tahsin ağa; “Yeter be ya, sesiniz sokağa taşmış bu ne utanmazlık.” Diye bağırdı. Oradakilerin bir şey söylemesine izin vermeden; “Oturun hele, neymiş alıp veremediğiniz ” Diye söylendi. Aslında konuşulacak bir şeyin olmadığını Tahsin ağa da biliyordu. Kavganın sebebini tahmin etmek için kâhin olmak gerekmezdi. Kısa süren sessizliği Tahsin ağa’nın; “Senin bu yaptığın yetti gayrı Ayvaz.” Diyen sözü bozdu. Gerilen sinirler yumuşamış, akıllar başa gelmişti. Muhtar kara Mustafa bir şey diyecek gibi oldu. Tahsin ağa ne onun ne de diğerlerinin konuşmasına fırsat vermeden sözüne kaldığı yerden devam etti. Köyün büyüğü olarak dili döndüğünce güzel sözler söyledi, nasihat etti ve eski yaşanmışlıklardan bahsetti. Neredeyse akşam ezanı okunmak üzereydi. Ayvaz ağa ile tam Ali’ye dönerek; “Nerede Kör Remzi’nin Hasan, Can oğlunun Hamit, nerede Sarı Hüseyin’in Ali? Hepsi sizin bu şer âleminizde yok olup gitmedi mi? Daha neyin peşindesiniz? Bırakın bu işleri. Köye soktuğunuz nifak ve huzursuzluk yetmedi mi?” diye çıkıştı. Ne bu söze muhatap olanlar, ne de diğerleri Ayvaz ağa’nın sözünün üstüne tek bir kelâm etmeden onu dikkatlice dinledi. Okunan akşam ezanıyla birlikte gönüller buruk bir vaziyette oradan ayrıldılar. Kılıçlar çekildikten bu yana kınına girmemişti. Anlaşılan önümüzdeki günlerde yaşanacaklar sürpriz gelişmelere gebeydi.
Günler sonra sarraf Kadir’in gönderdiği pusula hafız İsmail’in eline geçti. Sarraf Kadir yazdığı pusulada; “Dediğin mahallede iki tane satılık ev var. Gel bir bak hafız.” Diyordu. Bu haber hafız İsmail’i heyecanlandırdı. Kendi kendine, en kısa zamanda gidip evleri görmeliyim diye mırıldandı. Haberi duyan hanımı sevincinden adeta göklere uçuyordu. Bir an köydeki huzursuzluğun kendi yüzünden meydana geldiğini düşündü. İçinden, ben bu işe çomak sokmasaydım her kez kendi halinde yaşayıp gidiyordu diye geçirdi. Sonra Efendimizin; “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” Sözünü hatırladı. Verdiği mücadele amacına ulaşırsa görevini yapmanın onuruyla yaşayacak ve vicdanı ömür boyu huzur bulacaktı. (devam edecek)
Sağlıcakla kalınız.