Hafız İsmail (88)

Osman Uzunkaya

                Şehir’den ev alma kararı hayatına yeni bir heyecan katmıştı. Bu güzel haberi hanımına; ”Sana bir sürprizim var!” Diyerek verdiğinde, onun sevincinden ne yapacağını bilmez halde ortalıkta dolaşmasını ve daha sonra secdeye kapanıp dualar etmesini unutamıyordu. Ev alma fikri yokken birden bire, sarraf Kadir’e; “Bana bir ev bakalım ağabey.” Demesini manidar buluyordu. Söyleyene değil, söyletene bak! Sözü meğer ne kadar doğruymuş diye düşündü. Yüreğinde esmeye başlayan umut rüzgârları içini bir nebze olsa da serinletti.  Anasının belleğinden çıkmayan; “Canımın içi kara kuzum benim.” Sözü, kulaklarında çınladı. Rahatlayan içi yeniden daraldı. Pencerenin önüne oturup, dirseğini pencere bacasına yasladı. Evinin yanından ip gibi uzayıp giden tozlu yolu seyretmeye başladı. Ruhunda bir fırtına daha kopmak üzereydi. Derin bir nefes aldı. O an gözyaşlarının yanağını ıslattığını hissetti. Sanki rahmetli anasının hayali güne veda etmeye hazırlanan Güneş’in son huzmeleri arasında belirmekteydi. Titreyen dudaklarıyla;  Ah! Anacığım keşke sende olsaydın, ne iyi olurdu. Diye mırıldandı. Cebinden çıkardığı mendille yüzünü sildi. Artık hava kararmaya başlamış,  Güneş’te tıpkı rahmetli anası gibi başını alıp uzak diyarlara yolculuğa çıkmıştı.

                Hafız İsmail, talebe sayısının iyice azaldığı mektepte, talebelerini eskiden olduğu gibi aşk ve şevkle okutmaya devam ediyordu. Talebe sayısını artırmak için bekçi Nasuh’la uğramadıkları ev konuşmadıkları köylü kalmamıştı kalmasına ama İşin içinde Ayvaz ağa olunca sonuç almak pekte kolay değildi. Ne yapıp edip bu işi düzeltmek gerek diye düşündü. Tekrar muhtar kara Mustafa ile konuşacak, ağırlığın koy! Muhtar. Biz Ayvaz ağanın keyfine mahkûm değiliz. Diyecekti. Olmazsa gazi çavuş ve Tahsin ağa’dan yardım talep edecekti. Ertesi gün dediğini yaptı. Muhtar kara Mustafa’nın karşısına dikilip; “Koca bir köy bir Ayvaz ağa ile baş edemedi muhtarım.” Diye başladığı konuşmasını; “Başta siz hem Allah indinde hem de kul nazarında bu işten sorumlusunuz, bunu bilin!” Diye bitirdi. Muhtar kara Mustafa hafız İsmail’den böyle bir çıkış beklemiyordu. Önce şaşırdı, sonra gülerek; “Ne oldu hafız? Nedir bu hal?” Diye sordu. Hafız İsmail; “Daha ne olsun muhtarım. Koca mektepte üç beş talebeyle vakit geçiriyorum. Böyle olur mu?” Diye cevap verdi. Muhtar başını sağa sola salladıktan sonra; “Bildiğin gibi elimden geleni yaptım. Olmuyor, olmuyor işte!” Dedi. Hafız İsmail oturduğu yerden hiddetle kalkıp muhtar kara Mustafa’nın yanına sokuldu. Sesini alçaltıp; “Ne yani pes mi ettik?” Diye sordu. Muhtar kara Mustafa başını kaldırıp ağzındaki sigara dumanını havaya üfledi. Sonra da; “Yok hafız, bildiğin gibi değil.” Diye ilave etti.

                Cuma günü hınca hınç dolu olan cami’ye yine Ayvaz ağa ile tam Ali gelmemişlerdi. Olsundu, onlar gelmeyince cuma namazı kılınmaz değildi. Kararlı bir şekilde minberin merdivenlerini tırmandı. Hutbede ikinci kez; “Oturak âlemi” denilen gelenekten bahsedecekti. Hutbeye başladı. Giriş yaptıktan sonra; “Değerli müminler, köyümüzde devam eden ve sabahlara kadar süren birçok kavgaya ve hatta ölümlere sebep olan oturak âleminin sona ermesi için hepinizi göreve çağırıyorum. Allah rızası için bu zararlı ve kötü geleneğe gelin son verelim. Eğer kimse katılmazsa bu kepazelik kendiliğinden sona erecektir.” Dedi. Hutbeden hemen sonra cami içinde başlayan homurtu, uğultuya dönüştü. Namazını kılıp dışarıya çıkanlar aralarında; “Hoca bu defa çok ileri gitti.” Diye konuşuyorlardı.   (devam edecek)

                Sağlıcakla kalınız.