Burunlarını nizami bir biçimde uzatarak bir biri ardına sıralanan otobüsler, yorgun ve eskimiş koltuklarına bindireceği yolcuları sabırla bekliyordu. Ayağındaki lastik ayakkabısını yerde sürükleyerek sağa sola koşturan muavin Sami, yolcuların eşyalarını birer ikişer otobüsün arkasındaki merdivene doğru taşıma telaşında iken, birkaç metre öteden gazete satan çocuğun cırtlak sesi duyuldu; “Yazıyor..Üç kişiyi öldüren idamlık katilin hayatını yazıyor.. Tercüman, Hürriyet, milliyet hepsi burada” Otobüs yolcularından uzun boylu ve yakışıklı bir delikanlı cebinden çıkardığı yirmi beş kuruşu gazeteci çocuğa uzatarak; “Bana bir tercüman ver!” diye seslendi. Gazeteyi alır almaz ön koltuklardan birinde oturmakta olan hanımının yanına ilişerek heyecanlı bir şekilde gazetenin sayfalarını çevirmeye başladı. Cebindeki yedi liranın yirmi beş kuruşunu gazeteci çocuğa veren genç adam, otobüse de altı lira verecekti. Elini cebine attı ve cebindeki bozuk paraları tekrar saymaya başladı.”Yirmi beş kuruş, elli kuruş, bir lira, iki lira, üç lira..” Hesap ortadaydı. Otobüs parasını verdikten sonra, cebinde kalan yetmiş beş kuruşla bu gurbet köyünde kim bilir ne yapacak, nasıl yaşayacaktı. Üstelik evli ve altı aylık bir evlat sahibiydi. İçinden; “Hele bir köye kendimizi atalım, görelim Rabbim neyler” Diye mırıldandı.
Nihayet köye gelmişti. Otobüsten iner inmez, yanı başında beliren bekçi kıyafetli birisi, “Hafız İsmail sen misin?” Diye sordu. Yutkunarak; “evet benim” Diye cevap verdi. Bekçi kıyafetli adam “Hoş geldin” dedikten sonra, elindeki anahtarı uzatıp caminin karşısındaki yıkılmaya yüz tutmuş küçük kerpiç evi göstererek;”Bu evde kalacaksınız, biraz dinlenin. Daha sonra muhtar Recep ağanın odasına gelin” Diyerek gözden kayboldu. Bütün eşyası kendir iple sarılmış küçük bir keçe parçası ile yarım çuval un ve bulgurdan ibaretti. Eşyalarını teslim alıp yerleşecekleri eve doğru ilerlerken kaybolmasın diye oturduğu koltuğun altına özenle yerleştirdiği beş kiloluk “vita” marka yemek yağını orada unuttuğunu anladı. Aceleyle geriye döndü, lakin otobüs yerinde yoktu. Hanımına; “Yağı otobüste unutmuşuz. Bana bakma ama sen emziklisin, oğlumuzu nasıl doyuracağız.” Diye söylendi. Un vardı, bulgur vardı lakin yağ yoktu. Nasıl yemek pişirecek, ne yiyeceklerdi.
Aradan birkaç saat geçmişti. Açlıktan bitap düşen hafız İsmail ve hanımı, bebeklerini doyurmanın derdine düşmüşlerdi. Ağlamaya başlayan bebeğin sesini duyan komşu kadın kapılarını çakarak ne olup bittiğini sorunca, hafız İsmail’in hanımı durumlarını anlatmak zorunda kalmıştı. Hemen o anda komşuları seferber olmuş, yağ, şeker ve ekmek gibi gıda maddelerini hafız İsmail’in evine yağdırmışlardı. Diğer taraftan otobüste unutulan yağ da bulunup, hafız İsmail’e teslim edilmişti.
Dirayetli bir muhtar olan Recep ağa, azalarıyla birlikte hafız İsmail’i evinde ziyaret etmiş, ona; “İsmail evladım, bugüne kadar bu köyde çocukları okutacak birini bulamadık. Bu görevi senin başaracağına inanıyor, bu kutlu işi sana veriyoruz. Senin hep yanında olacağız, ne istersen bizim için emirdir! Yeter ki bu cahillikten bizi ve çocuklarımızı kurtar.”Demiş, adeta ona yalvarmıştı. Hafız İsmail, yanına aldığı köyün öğretmeniyle birlikte mektep olabilecek bir mekân belirlemiş, okulun ihtiyaç fazlası birkaç adet eski sırasını kendi elleriyle buraya taşımışlardı. Şimdi sıra öğrenci bulup, mektebe yerleştirmeye gelmişti. Yanına Seyit Ahmet adındaki azayı alan hafız İsmail, köyde öğrenci avına çıkmıştı. Sokakta oynayan iki çocuğa; “Gelin sizi okutayım evlatlarım.” Diyerek mektebe götürürken, çocuklardan biri kaçmış, diğeri de ağlayarak okumak istemediğini söylemişti. Ağlayan çocuğu bin bir dille ikna eden hafız İsmail; zafer kazanmış bir komutan edasıyla öğrencisinin adeta üzerinde titremiş ve onu Allah’ın kelamıyla buluşturarak ilk dersini işlemişti. (devam edecek)
En kalbi muhabbetle..