Okullar tatil olur olmaz kendilerini mektep sıralarında bulan çocuklara dur durak yoktu. Cemal öğretmen çocukların okuldan mektebe geçişlerini kolaylaştırmak için kollarını sığamış ve hafız İsmail’e yardımcı olmak adına bir hafta boyunca hoca mektebinde onu ve öğrencilerini yalnız bırakmamıştı. Mektebin mevcudu arttıkça hafız İsmail’in keyfi yerine geliyor, heyecan ve azmi depreşiyordu. Tek gayesi talebelerini Allah’ın kelamıyla tanıştırmak olan hafız İsmail, okutacağı genç dimağlara bir an önce vicdan, merhamet ve Allah sevgisini yerleştirmek için sabırsızlanıyordu.
Mektepte okuyan öğrenci sayısı geçen yıla göre önemli bir artış göstermişti. Bu artış anlamlı olsa da, hafız İsmail’i tatmin etmiyordu. Hafız İsmail, köy sokaklarında, camii civarında ve bakkal Faruk’un dükkânının önünde bilye-boncuk oynayan çocuklara rastladıkça kendini sorumlu hissediyor, onları ikna edememenin üzüntüsünü yaşıyordu. Mektebe gelmeyen çocukların durumunu birkaç kez muhtar Recep ağa ile paylaşmış ve Recep ağa’dan çocukların babalarıyla konuşmasını rica etmişti. Son görüşmesinde Recep ağa elindeki sigarayı derince içine çekip ona; “Hafız, biliyorsun her zaman senin yanındayım. Bunun için elimden geleni yapacağım. Merak etme!” Demişti. Lakin o konuşmadan on gün kadar bir zaman geçmiş olmasına rağmen, hala herhangi bir olumlu gelişme olmamıştı. Hafız İsmail kendi kendine bu işi başka türlü çözmeliyim diye mırıldandı. İçine çöreklenen huzursuzluğa aldırmadan dilinde beliren duaları ardı ardına sıralayıp ya Hay! Diye söylendi. Yine de mektebe gelmeyen ve zamanını sokaklarda oyun oynayarak geçiren çocukları düşündükçe morali bozuluyor ve nevri dönüyordu. Diğer taraftan yaz dönemi girdiğinden köyün işleri daha da artmıştı. Bazı çocukların babaları kendilerine yardım etsinler diye çocuklarını mektebe göndermek istemiyordu. Bu durum hafız İsmail’in hoşuna gitmese de, maalesef yapabileceği çok şey yoktu. Bu yüzden ara da bir mektebi asan, devamsızlığı alışkanlık haline getirip arkadaşlarına kötü örnek olan talebelerin babalarıyla konuşmaya karar vermişti.
Hafız İsmail ilk görüşmesini muhtar Recep ağa’nın küs olduğu ağabeyi “Deli Muhsin” ile yapacaktı. Mektebin ara sokaklarından birinde arkadaşlarıyla oyun oynayan “Deli Muhsin”in oğlu Yaşar’ı yanına çağırtıp;“Babana söyle yarın mektebe gelsin.”Diye tembih etti.
Ertesi gün öğle saatlerinde hoca mektebine gelen “Deli Muhsin” hafız İsmail’in karşısına dikilerek; “Beni çağırmışsın hafız.” Diye söze girdi. Neredeyse hafız İsmail’in iki katı uzunluğundaki boyu ve arkasına bastığı yumurta topuklu ayakkabısıyla tıpkı bir kabadayıyı andıran “Deli Muhsin”den çekinen hafız İsmail, söze nasıl başlayacağını bilemedi. Neden sonra; “Seni buraya kadar yordum Muhsin ağabey. Oğullarını mektebe göndermeni isteyecektim senden.” Diyebildi. “Deli Muhsin” birkaç saniye düşündükten sonra “Bakarız.” Diye cevap verdi. Sonra da bir şey demeden mektepten ayrılarak gözden kayboldu. Hafız İsmail, “Deli Muhsin”in “bakarız” sözünden bir nebze de olsa umutlanmıştı.
Köyde hafız İsmail’i sevmeyen yoktu. O köylünün derdiyle dertleniyor, sevinciyle de mutlu olmasını biliyordu. Köyde hasta olanların iğnelerini yapıyor, ruh hastalığına yakalanmış olanları da Allah’ın Şafi ismi şerifine atfen okuyarak şifa niyazında bulunuyordu. Muhtaç olanları koruyup kollamaya çalışıyor, onlarla elinde ne varsa paylaşıyordu. Bu yüzden köylü hafız İsmail’i hocalığa terfi ettirmiş ve ona birkaç lakap takmıştı. Onlardan biri “Hızır hoca” diğeri de “süslü hoca”ydı. Talebeleri ise ona “hoca emmi” Diye hitap ediyordu. (devam edecek)
Hoşça kalınız..