Hocası Şükrü efendinin kendisine hediye ettiği ve hediye ederken de; “Bunun için de Cuma hutbelerinde okuyabileceğin çok güzel konular var.” Dediği “Hutbe Kitabı”nı şöyle bir karıştırdı. Cuma hutbelerini genellikle Osmanlıca Türkçesiyle yazılmış bu kitaptan seçerdi. Kitabı her eline aldığında hocası Şükrü efendiyi hatırlardı. İçi bir tuhaf olur, gözleri nemlenirdi. Hocasını unutmak mümkün müydü? O sadece hafız olması için emek sarf etmemiş, gurbet ellerinde kendisine kol kanat germişti. Fakir çocukları gözetir, onlara maddi ve manevi yardımı esirgemezdi. Talebeleri evladı gibi sever, sevdiğini pek belli etmezdi. Arada bir dayağını yerse de o kadar olacaktı. Zaten, “Hocanın vurduğu yerde gül biter.” Denilmemiş miydi? Hocası sıklıkla; “Nere de hizmet ederseniz edin. O yerin ahalisinin gayri İslami yaşantısından da sorumlu olduğunuzu unutmayın. Sadece namaz kıldırmakla hocalık olmaz!” Sözü hiç aklından çıkmazdı. Köyde neredeyse her gece yapılan; “ oturak âlemi” denilen şey, gelenek olmaktan öte, bir cehalet ve ahlak yoksunluğu örneğiydi. İçinden bu gidişata dur demek benim görevim. Diye mırıldandı. Aklına bu cuma hutbe de bununla ilgili konuşmak geldi. İçinden geç bile kaldım aslında diye geçirdi. Ayvaz ağa’nın kendisi hakkında söyledikleri bir tarafa, geçenlerde Tam Ali denen adam da ileri geri konuşmuş; “Hafız İsmail gibi nicelerini gördük. Bizimle uğraşmasın, sonra fena olur ha!” Diyerek tehditler savurmuştu. Bu sözü duyduğunda serinkanlılığını muhafaza etmek istemişse de edemedi. Sinirden deliye döndü. Kendi kendine, ne yani siz her gece olmadık kepazelikler yapın ben de hocayım diye ortalıkta dolaşayım öyle mi? Diye mırıldandı. Bu iki kendini bilmeze meydanı boş bırakmak olur muydu? Bu köye gelmeden önce o zamanki köy hocasıyla muhtar kara Mustafa arasında yaşananları hatırladı.
Minbere çıkarken ayakları titriyordu. Köylünün neredeyse tamamı camideydi. Duasını okurken bir taraftan etrafa bakınıyor, Ayvaz ağa ile Tam Ali’nin orada olup olmadığını kontrol ediyordu. İkisinin de cami de olduğunu görünce içi rahatladı. Hutbemizin konusu, İslam’da haram ve helal olan fiiller, diyerek söze başladı. Dinen işlenmesi haram olan şeyleri saydı, döktü. Sevabın nasıl kazanılacağını ve günahtan nasıl sakınılacağını anlattı. Konuşmasının sonuna doğru, bir örnek vermek gerekirse diyerek esas söylemek istediklerine yöneldi. Heyecanı sesine yansıdı. Müslümanlar derken boğazının yandığını ve sesinin titrediğini hissetti. Konuşmasına mümin kardeşlerim diyerek devam etti. Köyümüz de çoğumuzun memnun olmadığı bir yaşantı hüküm sürüyor. Her gece atılan naralar silah sesine karışıyor. Bazıları eğleneceğim diye günah olan fiilleri işliyor. Sabahlara kadar içki içmek, affedesiniz kadın oynatmakta neyin nesi? Bu durum bir Müslüman’a yakışır mı? Allah aşkına! Ne olur bu kötü adet’i terk edelim. Bunlar dinimizin men ettiği şeylerdir. Diyerek konuşmasını bitirdi. Hafız İsmail minber’den inip mihraba doğru ilerlerken bir homurtu işitti. Hutbeyi dinleyen Ayvaz ağa ve Tam Ali namaza kalmadan camiyi terk ediyorlardı.
Saflar belli oldu olalı ilk defa muhtar kara Mustafa’da hafız İsmail’in yanında yer almaktaydı. Gazi çavuş, topak Nedim, Tahsin ağa ve diğerleri hafız İsmail’i alkışlamış; “Helal olsun hafıza. Maşallah mangal gibi yüreği var!” diyerek onu takdir etmişlerdi. Mücadele yeni başlıyordu. Ayvaz ağa ve tam Ali çoktan hafız İsmail’i köyden sürmek için plan yapmaya başlamışlarsa da bu defa işleri biraz zor görünüyordu. (devam edecek)
Sağlıcakla kalınız.