Havaların ısınması, bahar mevsiminin yerini yaz mevsimine bırakmaya hazırlandığının bir göstergesiydi. Bu mevsimde içinde bağların, bahçelerin ve envai çeşit meyve ağaçlarının bulunduğu mesire alanı; “Akarcık” Cennetten bir köşeye dönerdi. Alanı oldukça geniş olan; “Akarcık” İsmiyle nam salmış bu yer, sadece “Çağla” Köyünde yaşayan ahalinin değil etraftaki diğer köylülerinde uğrak yeri, piknik ve dinlenme alanıydı. Köyde ve köy civarında bulunan ağaçların sayısı parmakla sayılacak kadar azken, birkaç kilometre ilerde tatlı bir tepeye adeta bir cennet bahçesi kurulmuştu. Buradaki yeşil örtünün bünyesinde hem çeşit, hem sayı, hem de tür bakımından muazzam bir ağaç ve bitki çeşidi barınmaktaydı. Adını, dağın dereye uzanan yamacından çıkıp o tatlı tepenin geniş düzlüğüne dökülen su kaynağından alan rüya beldesi bu yer; asırlardır “Akarcık” Diye bilinir ve anılırdı. Yılın her mevsiminde çağlayan sesiyle “Akarcık” Denilen yere dökülen bu bereket, burada küçük bir şelale oluşturmuştu. Buraya akan suyun, tepenin ortasında hatırı sayılır büyüklükte bir göl meydana getirmesi ayrı bir güzelliğin nişanesiydi. Orta yerinde masmavi bir gölün bulunduğu, etrafında ise yeşilin bütün tonlarının buluştuğu bu yer hiç boş bırakılmaz hep ziyaret edilirdi.
Hafız İsmail, “Fergab” Merasimini, “Akarcık” ta yapmayı planlıyordu. Bu düşüncesini önce muhtar kara Mustafa’ya açtı. Muhtar kara Mustafa önce bir şey diyecek gibi oldu. Sonra vazgeçti. Yere attığı sigara izmaritini ayağıyla ezmeye çalışırken; “Fikrimi beğenmedin galiba” diye söylenen hafız İsmail’e; “Orası biraz uzak değil mi hafız?” Diye sordu. Hafız İsmail tam cevap verecekken, cami avlusunun dışından köse bakkal’ın; “Muhtarım!” Diyen bağırtısı duyuldu. Muhtar kara Mustafa, hafız İsmail’e bir şey demeden oturduğu yerden kalktı. Sonra köse bakkal’a; “Geliyorum!” Diyerek oradan ayrıldı.
Hafız İsmail bir şeyi kafasına koydu mu engel tanımaz onu mutlaka gerçekleştirirdi. Kendi kendine; “fergab” İşi benim işim değil mi? Diye bir soru yöneltti. Sonra da elbette benim işim, kim ne karışır. Diye geçirdi içinden. Bu kez meseleyi gazi çavuşla konuşup karara bağlayacaktı. O an aklına “fergap” Merasimine bütün okul öğrencilerini ve ailelerini davet etmek geldi. Aslında aklına gelen bu fikir hiçte fena sayılmazdı. Bir taraftan hem ders yılına veda edilmiş olacak, hem de merasim şenlik içinde yapılacaktı. Güzel olur güzel olmasına ama bilmem ki! Diye mırıldandı. Sonra of! Ya! Bir işi beceremedim dedi içinden. Bu defa, hım! Hem veda, hem şenlik nasıl olacak ikisi bir arada diye söylendi. Bunları düşünürken okulun kapısının önünde bulmuştu kendini.
Sevim öğretmenle beraber gazi çavuşun evine doğru yürümeye başladılar. Hafız İsmail’in fikrini Sevim öğretmen’de beğenmiş ona; “İsmail ağabey! Sayende ‘Akarcık tepesini’ bende görürüm demişti. Hafız İsmail’e müstakbel nişanlısı Yunus öğretmen hakkında birkaç şey soracaktı. Utandı. Utancından yüzü kıpkırmızı oldu. O an soracağı soruyu da unuttu. Yürürlerken ondaki heyecanı fark eden hafız İsmail, Sevim öğretmenin kulağına eğilerek; “Düğün ne zaman?” Diye fısıldadı. Sevim öğretmen; “Ne düğünü ağabey, daha Yunus’u göremedim ki!” Diye dert yandı. O kolay dedi Hafız İsmail.” Yunus’u köye davet edip etrafa akrabam diye tanıtırım. O buradayken sizde bizim evde görüşür, tanışırsınız olur biter.” Deyince dünyalar Sevim öğretmenin oldu. (devam edecek)
Sağlıcakla kalınız.