Hafız İsmail (75)

Osman Uzunkaya

                Hafız İsmail, ertelediği fergab merasimini bir an önce gerçekleştirmek istiyordu.  Ancak merasimin yapılacağı günü belirleme de kararsız kaldı. İçinden, havaların ısınması köydeki işlerin artmasına neden olacak en iyisi merasimin bir an önce yapmak diye geçirdi. Ayrıca okulun kapanması da bir hayli yaklaşmıştı. Öğle namazını kıldırdıktan sonra cübbesini caminin gerisinde kendine ayrılmış olan bölmedeki askılığa astı. Önünde duran rahlenin önüne diz çöktü. Bir müddet Kuran’ı Kerim okudu. Kur’an okudukça zihni açılır, iç dünyasında güzel bir yolculuğa çıkardı. Üstesinden gelemediği bir şey oldu mu, hemen Kur’ana sarılırdı. Neşesinin kaçtığı, canının sıkıldığı ve hasta olduğu zamanlarda bile Kur’an okumak ona iyi gelirdi. Kur’an okudukça dertlerinden kurtulduğunu, adeta şifa bulduğunu hissederdi. Çocukluğundan beri Kur’an onun için muhteşem bir sığınaktı. Çocuk yaşta, in cin top oynarken korkudan titrediği o bağ evinde Kur’an imdadına yetişir, ona arkadaş olurdu. Yalnızlığı Kur’an okumaya başladı mı sona erer, içi muazzam bir coşkuyla çağlardı. Mektepte okurken Kur’an sesiyle, annesinin kulaklarında yankılanan sesi ona hep eşlik ederdi. Bir gün hocası Şükrü efendiye dersini verirken okuduğu sürede kekeledi. Hocası hiddetle; “Baştan al! Diye bağırdı.” Korktu, telaşlandı ve o an ezberlediği sureyi unutuverdi. Hocası ona kükremiş aslan gibi, “Senden bir halt olmaz, def ol! Diye bağırdı. Bağırdığı yetmezmiş gibi önündeki rahleyi aldığı gibi suratına çarptı. Kan revan içinde kalan yüzünü ellerinin arasına alarak kendini dışarıya attı. Hava çok soğuktu ve kara kış hüküm sürmekteydi. Dış kapının önüne kıvrılıp Bir müddet  çaresizce ağladı. Ne gideceği bir yer, ne de çakacağı bir kapı vardı. Tıpkı yuvasız kalmış bir kedi yavrusu gibiydi. Daha sonra kapının önünde onu bu halde gören hocası Şükrü Efendi; “Gel içeri! Anlaşılan sen adam olacaksın!” Diyerek onu mektebe aldı. İşte o gün gecenin bir yarısına kadar Kur’an okudu. Sonra da salya sümük bir köşede uyuyakaldı. Rüyasında, daha önce köydeki ormanda, çam ağacına tırmandığı zaman gördüğü vücudu simsiyah kıllarla kaplı uzun boylu o adamı gördü. O adam tıpkı önceki gördüğünde yaptığı gibi Kur’anı önüne koyup başını sıvazladı, sonra da kayboldu. Uyandığında sabah ezanları okunmaktaydı.

                Camiden çıktı. Evine doğru yürümeye başladı. “Hafız” diye bağıran muhtar Kara Mustafa’nın sesini duymayacak kadar dalgındı. Omzunda bir elin gezindiğini fark etti. Başını çevirince muhtar kara Mustafa’nın şaşkın bakışlarıyla karşılaştı. Muhtar’a; “Seni fark etmedim muhtarım.” Diye söylendi. Muhtar kara Mustafa ona; “Ne bu dalgınlık böyle, arkandan hafız diye bağırıyorum ama sen bir türlü duymuyorsun, hayırdır.” Dedi. Hafız İsmail; “Dalmışım” Diye cevap verdi. Muhtar kara Mustafa’ya fergab merasimiyle hakkındaki düşüncelerini anlattı. O da;” Bana sorarsan biz bu işi okul kapanmadan önce yapalım.” Dedi. Sonra bir müddet sessizlik oldu. Muhtar Kara Mustafa’nın hafız İsmail’e söyleyecekleri vardı. Ama bunları söyleyip söylememe arasında gidip geliyordu. Aklından nasılsa ben söylemesem de duyacak, en iyisi benden duysun diye geçirdi. Hafız İsmail’e; “Bak hafız efendi. Geçenlerde Ayvaz ağa’yı mektepten kovmuşsun. O bu işe çok kızmış. Sağda solda senin hakkında o bu köyden gidecek! Diye ahkâm kesiyormuş.” Dedi.       (devam edecek)

                Sağlıcakla kalınız.