Mektebe gitmek için hazırlandığı sırada komşusu Hamiyet teyze’nin kulakları tırmalayan çığlığını işitti. Kendini avluya atar atmaz, Hamiyet teyzeyle karşılaşması bir oldu. Hamiyet teyze hafız İsmail’i görünce; “İsmail, yetiş oğlum! Tahsin ağan ölüyor.” Diye bağırmaya başladı. Hanımı onu yatıştırmaya çalışırken, hafız İsmail Tahsin ağanın yanına koştu. Kapı ağzına kadar açıktı. Avluya girince; “Tahsin ağa” Diye seslendi. Cevap alamayınca endişelendi. Kapıları mabeyin(ara)’ya açılan odalara baktı. Lakin içerlerde kimse yoktu. Kendi kendine; “Allah, Allah! Nerede bu adam?”Diye söylendi. Tekrar avluya döndü. O esna da avluda hatırı sayılı bir kalabalık toplanmıştı. Aralarında muhtar kara Mustafa da vardı. Hafız İsmail Muhtar’a durumu anlatırken, Hamiyet Teyzenin yürekleri yakan ağıtı duyuldu. Hamiyet Teyze başını ellerinin arasına alıp ha bire ağlıyor, “Tahsin’im, beni bırakıp nereye gidiyorsun? “ Diye çırpınıyordu. Bu işe bir anlam veremeyen ve şaşkınlıktan ne diyeceklerini şaşıran hafız İsmail ile muhtar kara Mustafa, Hamiyet teyzenin yanına sokulup; “Tahsin ağa içeride yok!” Deyince Hamiyet teyze’nin gözleri fal taşı gibi açıldı. Dağılan saçlarını çemberinin içine yerleştirerek derin bir nefes aldı. Sonra da onlara dönüp; “Nasıl yok Yani?” Diye çıkıştı. O önde avludakiler arkada eve doğru yürürlerken, evin bitişiğinde bulunan ve mutfak gibi kullanılan örtmeden (sundurma) önlerine çıkan Tahsin ağayı görünce hortlak görmüş gibi oldular. Kocasıyla karşılaşan Hamiyet teyze bayılarak oradaki kadınlardan birinin kucağına savruldu. Bağırış ve çığırış seslerinin arasında bir kız çocuğunun getirdiği su Hamiyet teyze’ye içirildi. Yüzü bir güzel yıkandı. Kendine gelen ve gözlerini açıp etrafa şöyle bir bakan Hamiyet teyze; “Allah’ıma şükür sana. Tahsin’im iyileşmiş.” Diyerek yanına koştu. Olan bitenden haberi olmayan Tahsin ağa, hanımına hayret ve şaşkınlıkla, “Ne oluyor? Ne bu kalabalık?” Diye sordu. Hanımı ona; “Anlatacağım hacı Tahsin, merak etme!” Diye cevap verdi. Muhtar kara Mustafa oradaki kalabalığı; “Haydi herkes evine” Diyerek dağıtmak istese de, insanlar meraklarını gidermeden evlerine dönmek niyetinde değildi. Hamiyet teyze’nin komşularını içeriye alıp olanları onlara anlatmaktan başka çaresi yoktu. O da öyle yaptı. Evine avluda bekleşen kadın ve çocukları buyur etti. Olanları; “Gülsem mi, ağlasam mı? Bilmedim.” Diyerek anlatmaya başladı.
Tahsin ağa gençlik yıllarında yaşadığı epilepsi hastalığına yeniden yakalanmıştı. Onun hastalığını bilmeyen Hamiyet teyze, ilk kez gördüğü sahneden etkilenmiş, soluk soluğa kendini hafız İsmail’in evine atmıştı. Ağzı köpüren ve yerde çırpınmaya başlayan Tahsin ağanın; “Epilepsi nöbeti” Geçirdiğini nerden bile bilirdi? O, kocasının ölmek üzere olduğunu hatta can çekiştiğini sanmıştı. Bu yüzden bağırıp, çağırmış ve baygınlık geçirmişti. Evet, kendisi için zor bir durumdu. Tahsin ağa onun, o da Tahsin ağa’nın kıymetlisiydi. Bir oğulları vardı. O’da genç yaşında işçi olarak Almanya’ya gitmişti. Ancak yılda bir kez oğullarıyla hasret giderir, torunlarını kucaklarına basarlardı. Allah eksikliğini göstermesin hısım ve akrabaları çoktu. Çocukları aratmıyorlar, bir gün olmasa ertesi gün ziyaret edip işlerini görüyorlar, hal ve hatırlarını soruyorlardı. Komşularıyla da akraba gibiydiler. Zaten köy halkının tamamı Tahsin ağayı ve Hamiyet teyzeyi sever ve sayardı. (devam edecek)